Murat S. ÖZBÜLBÜL Son söyleyeceğimi ilk başta söyleyeyim bölüşümde adaleti sağlayamazsanız ne nitelikli üretim yapmayı başarabilirsiniz...
Murat S. ÖZBÜLBÜL
Son söyleyeceğimi ilk başta söyleyeyim bölüşümde adaleti sağlayamazsanız ne nitelikli üretim yapmayı başarabilirsiniz ve ne de toplumsal barışı korumanız mümkün olur.
Atalarımız boşuna “biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar” dememiş!
Bölüşümde adalet toplumsal barışı sağlamanın ve kalkınmanın tek sağlam yoludur.
Türkiye’de ise uzunca bir zamandır bölüşümde adalet denilen kavram konuşulmuyor bile. İktidarın ve iktidara yanaşık muktedirlerin dilinde tek bir konu var o da hep üretim hep üretim.
Tamam, kardeşim üretelim de bu üretmenin bize faydası ne olacak?
Eğer patronlar köşe köşe olacak ama biz aç biilaç sürünecek, yok yoksul yaşamaya mahkûm olacaksak neden üretelim?
Üretime emeği ve bilgisi ile katkı koyacak çalışanların bu soruyu sorması hakları değil midir?
Ben cevap vereyim: Elbette analarının ak sütü kadar haklarıdır…
Türkiye’de konu hakkaniyetli adilane bölüşüme ve ücretlerin seviyesine geldiğinde hep ama ücretler yükselirse ihracat ve üretim yapamayız gerekçesi ileri sürülmektedir.
Bakın böyle bir gerekçeyi ileri sürmek ve bu gerekçeye dayanarak emekçileri yok yoksul çalışmaya mahkûm etmek saçmalığın daniskası, ahmaklığın zirvesidir!
Eğer bu gerekçe doğru bir gerekçe olsaydı emekçilerin çok daha yüksek ücretler aldığı, çok daha iyi koşullarda çalıştığı Almanya, İngiltere, Japonya, Fransa, İtalya, Amerika gibi ülkeler birer üretim devi olmaz, ihracat rekorları kıramazlardı.
Baktığımızda Türkiye’de ücretler Çin’in bile altında ama ne doğru düzgün bir şey üretebiliyoruz, ne tek bir küresel markamız var ve nede küresel ticarette rekabetçi bir konumda bulunuyoruz.
Delil sorarsanız; patlayıp giden ithalat, nal toplayan ihracat ve arşı-ı alaya fırlamış dış ticaret açığı verilerini önünüze koyarım…
İşin açığı artık üretim bir nitelik işi, küresel ölçekte rekabet edebilecek nitelikli ve katma değeri yüksek mal ve hizmet üretebilmek için nitelikli işveren ve nitelikli işgücü mutlak gerekli bir şarttır.
Eğer nitelikli işvereniniz yoksa ve nitelikli işgücüne sahip değilseniz nitelikli ve katma değeri yüksek üretim yapamazsınız, küresel ölçekte rekabet edemez ve dış ticarette nal toplarsınız! Bu bu kadar açık ve net bir gerçektir.
Nitelikli işveren konusu ayrı mesele ama Türkiye’nin en önemli sorunu, üretimde en büyük açığımız nitelikli işverendir.
Ne yazık ki bizde Henry Ford, James Edison, Alfred Nobel, Alexander Graham Bell, George Westinghouse, Bill Gates, Elon Musk, Steve Jobs ve benzeri isimlerle yarışacak kapasite ve nitelikte tek bir işveren dahi bulunmamaktadır.
Ülkemizin acı gerçeği ama çoğu durumda bizim patronların tek bildiği iktidara yanaşıp, iktidar tarafından dağıtılan rantları ve ihaleleri üleşmekten ibarettir.
Nitelikli işveren olmayınca da kazancın kolay yolu çalışan emekçilerin hakkına çökmekten geçiyor. Emekçileri aç biilaç çalıştıran patronlar üretilen katma değerin etlice bir kısmına el koyuyor emekçilere ise tabiri caizse alın bununla yetinin diye kemiği uzatmaya kalkıyorlar.
Bu insan onuruna aykırı duruma daha fazla tahammül etmek mümkün değildir. Milli gelirden sermayenin aldığı pay devamlı artıp emeğin aldığı payın devamlı azaldığı böyle bir dönemi uzatmanın gereği yoktur.
Emeğin hakkını verecek, bölüşümde adaleti sağlayacak politikaları uygulayacak halkçı bir iktidarı başa getirmenin zamanı gelmişte geçiyor bulunmaktadır.
Gelin elbirliği edelim emekçiyi unutup hep sermayeden yana çalışan emekçiyi uyutmak için din iman, vatan millet kavramlarını istismar etmekten kaçınmayan bu günkü iktidarı sandığa gömelim. Hem de öyle bir gömelim ki ibret-i âlem olsun ve gelecekte de hiçbir iktidar emekçiyi böylesine uyutmaya, böyle vahşice sömürmeye kalkışamasın…