Suriye, 1516–1918 yılları arasında Türklerin yönetimindeydi. Batılıların kışkırtmasıyla 1900’lü yıllardan itibaren Araplar ayaklandı, ordumuza saldırmaktan geri durmadı. Büyüklerimizin bize anlattığına göre Araplar bizi arkadan vurdu. Türk ordusunda ve halkında da Araplara karşı kızgınlıklar ve hayal kırıklıkları oluştu. Araplarla ilişkilerimiz bitme noktasına geldi.
Suriye, 1920–1946 yılları arasında yapılan antlaşmalarla Fransız sömürgesi olarak kaldı.
Fransız orduları 1946’da Suriye’yi terk etti.
Atatürk döneminde doğrudan ilişkiler kuramadığımız Suriye o tarihlerde bağımsız bir ülke değildi. Muhatabımız Fransa’ydı.
Araplarla en sorunlu ilişkilerimiz Suriye ile yaşandı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında batı tarafından kışkırtılan Arap milliyetçilerinin Türklere karşı ayaklanmaları ve Avrupalılarla iş birliği yapmaları sert önlemler alınmasını gerektirdi. Bunlar da tepkilere neden oldu.
1922’de Saltanatın, 1924’te Hilafetin kaldırılması İslam âleminde ve dolayısıyla Suriye’de de hoş karşılanmadı. Sınır komşumuz olan Suriye ile toprak sorunu yaşanmaya başladı.
Türk-Suriye sınırı 20 Ekim 1921’de Fransızlarla yapılan antlaşmalarla tespit edildi.
Bu antlaşmaya göre; “İskenderun için özel bir yönetim kurulacak, Türk soyundan gelen halk, kültürlerinin gelişmesi için her türlü kolaylıktan yararlanacak, Türk dili orada resmî bir niteliğe sahip olacaktır.”
Özel bir idari yapı kabul edilmişti. Bu hükümler 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’yla da teyit edildi. Ancak, Araplar bu durumdan hiç hoşnut değillerdi. Buna rağmen Ocak 1926’da İskenderun Sancağının Suriye Meclisindeki temsilcileri Suriye’den ayrılarak bağımsız bir cumhuriyet olarak doğrudan Fransa’ya bağlanmasını istedi. Fransa da bu isteği memnuniyetle kabul etmişti. Bu karar üzerine Mart 1926’da bir Anayasa hazırlandı ve İskenderun Millî Meclisi kurularak bağımsızlığı ilan edildi.
Suriyeli Arap milliyetçileri her zaman olduğu gibi bu duruma da şiddetle karşı çıktı. Türkiye ve Fransa’yı kınadı. Bu tepkiler Fransızlara geri adım attırdı. Bağımsızlık kararlarından vazgeçirdi. Ancak, Sancak Meclisi 12 Haziran 1926’da İskenderun Sancağının Suriye Devleti içinde özerk bir bölge olarak kalmasını onayladı.
Fransa da Arap milliyetçilerine şirin gözükmek için hep Suriye yanlısı davranarak Türkiye’ye baskı yaptı. 9 Haziran 1929’da Türkiye-Suriye-Lübnan arasında ticaretin geliştirilmesi için gümrük anlaşması imzalandı. Ancak Suriyeliler İskenderun sorunundan dolayı Türkiye ile aralarına mesafe koyduklarından Türkiye bu sorunların çözülmesi için girişimler yapıyordu.
Fransa 9 Eylül 1936’da Suriyeli yetkililerle yaptığı manda rejiminin kaldırılmasıyla ilgili antlaşmada aynı zamanda İskenderun Sancağındaki hak ve yetkilerini de Suriye’ye devrediyordu. Türkiye, 9 Ekim 1936’da Fransız Hükûmetine bir nota verdi. İskenderun muhtar bölgesine de özgürlük verilmesini istedi. Çünkü İskenderun Sancağında Türk kökenliler çoğunluktaydı.
Atatürk 1 Kasım 1936’da TBMM’nde yaptığı konuşmada İskenderun’dan “Hakiki sahibi Öztürk olan” bölge olarak bahsetmişti. Atatürk ertesi gün 2 Kasım 1936’da yaptığı konuşmada da İskenderun Sancağının Türk Lideri Tayfur Sökmen’e şunu söylemişti:
“Bugünden itibaren davaya resmen el kondu. Antakya-İskenderun ve havalisinin ismi bundan böyle Hatay’dır. Cemiyetinizin adını “Hatay Egemenlik Cemiyeti” olarak değiştirin ve faaliyetinizi bu isim altında yürütün…”
Hatay sorunu Türkiye-Suriye arası bir sorun olmaktan çıktı ve uluslararası bir sorun haline geldi.
Seçimler 22 Temmuz–1 Ağustos 1938 tarihleri arasında yapıldı. 40 milletvekili bulunan Hatay Cumhuriyeti’nde seçim sonunda 22 Türk milletvekili seçildi. Meclis 2 Eylül
1938’de toplandı ve “Hatay Cumhuriyeti” adını aldı. Cumhurbaşkanlığına Atatürk’ün adayı Türk kökenli Tayfur Sökmen, başbakanlığa da yine Türk kökenli olan eski vali Abdurrahman Melek getirildi. Hatay Meclisi 23 Haziran 1939 tarihinde Türkiye’ye katılma kararı aldı ve 23 Temmuz 1939’da yapılan bir törenle Hatay Türkiye’ye katıldı. Atatürk 10 Kasım 1938’de vefat ettiğinden Hatay’ın Türkiye’ye katılımını göremedi.