Çocukluğumda, yaz aylarında mahallemizin gençlerinden birkaçı, sabah erkenden kalkıp iş hayatına ya simit satarak yada su satarak başlardı.Onlara çok özenirdim. Ama ailem, abilerime, ablalarıma ve "bana sizin işiniz okumak, okulunuzu bitirin çalışma hayatına sonra nasıl olsa yıllarca devam edersiniz”derdi.

Yaşıtlarımdan birkaç arkadaşım kafalarında simit tablası yada sepet içinde “sıcacık (Ankara) simittt “diye bağırarak hem mahallemizi hemde diğer mahalleleri gün boyu gezerlerdi. Bazı arkadaşlarım da, dolmuş yada otobüs duraklarında, pazar yerlerinde su satarak ailelerine maddi destek bulunurlardı.

Ankara Simidi, sıcakken üzerine serpilen susam ve pekmez karışımı ile nefis kokusuyla damaklarda çok güzel tat bırakır.
Bir zamanlar orta gelirli ve gecekondularda oturanların sofralarının vazgeçilmez yiyeceği olan Ankara simidi, günümüzde, ekonomik kriz ve hayat pahalılığından dolayı, artık zenginlerin sofralarında yer alır duruma geldi.

Ankara simidinin tarihine baktığımızda ne zaman tanışmışız onu paylaşmak istiyorum.

Ankara simidi, başkentin sokaklarını renklendiren ve lezzetini damaklarda bırakan önemli bir geleneksel yiyecek olarak biliniyor. Simitin kökenleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun dönemine kadar uzanıyor. Osmanlı döneminde, simit daha çok saraylarda ve özel etkinliklerde tüketilen bir atıştırmalık olarak öne çıkıyordu. Ankara simidi, pekmezli suya batırılması nedeni ile rengi diğer simitlere göre daha koyudur. Çıtır çıtır olur. Yanında birde ince belli bardak da çay içince sabahları paşalar gibi olursun.. Birde kerem peynir tabiki.

Ankara simidi yemek, yazın ayran ile kışın çay ile harika olur. Evliya Çelebi’nin sıkça bahsini geçirdiği, tarih sahnesinde kendini gösteren bu lezzetin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki öyküsü 16. yüzyılda başlıyor. Bahse göre, Osmanlı döneminde ilk üretilen simitler araba tekerleği kadar büyükmüş. Osmanlı tebaası onu “simid-i halka” diye adlandırıyormuş. Unun pahalılaşması sebebiyle sonraları “hurda simit” adında daha küçük simitler üretilmeye başlamış. Ayrıca Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde İstanbul simidini ikiye ayırıyor. Bunlar, Arnavut simidine benzettiği Kasımpaşa simidi ve “baharlı simit” olarak geçen Galata simidi. Seyahatname’de o dönemde İstanbul’da 70 tane simit fırınının olduğu ve buralarda toplam 300 kişinin çalıştığı da belirtilmiş.

Doyurucu ve ucuz maliyetli olması sebebiyle çok çabuk kabul gören ve zamanla her köşe başında görülen, halka mal olmuş bir besin olan simit, Osmanlı saray sofralarında da yerini almış. Osmanlı padişahlarının Ramazan zamanı verdikleri iftar yemeklerinden sonra, yol boyunca saf tutan askerlere simit hediye ettikleri söylenmekte. Hem halkın hem saraylının gözdesi simit, o zamandan günümüze ulaşırken elbet zorluklarla da karşılaşmış. 2.Dünya Savaşı döneminde un çok az bulunduğundan, simit üretimi yasaklanmış. Tarihte simitle ilgili tek boşluk bu döneme denk geliyor. Sonrasında ise simit günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olmaya devam ediyor.

Osmanlı’da gündelik yaşamda önemli bir yeri olan simit, bazı Avrupalı ressamların gözünden de kaçmamış. Warwick Goble ve Giovanni Brindisi’nin simit satıcılarını resmettikleri eşsiz tabloları ile simit, sanat tarihi sahnesinde de kendisini göstermiş. Türkiye’de simit, yapıldığı yerin damak zevkine, ve “simit anlayışına” göre çeşitlilik gösteriyor. Örneğin Ankara’da yediğiniz simit ile İstanbul’daki simit asla birebir aynı tadı vermiyor. Bu yüzden olduğu yerin ismini kendinden önce getiren simitlerimiz de var. Mesela Ankara Simidi, diğer simitlere kıyasla daha ince, daha küçük ve koyu renklidir. İzmit Simidi ise rengi daha çok sarıdan kahveye dönen, dışı çıtır, içi yumuşak bir kıvamdadır. Susamsız olmasından dolayı, “kel simit”, “sade simit” gibi adlarla anılan Kastamonu Simidi ise daha serttir. İçine katılan nohut mayasından dolayı daha tatlımsı olan Manisa Taban Simidi, altın renkli Trilye Kulurisi, Osmanlı’daki Simid-i Halka’nın devamı olan Safranbolu Osmanlı Simidi, Rusça Bublik ya da Lazca Kerkeli denen susamsız Rize Simidi ve daha fazlası... Kısacası kültürümüzde her biçime ve tada bürünmüş simit.

Adı yer yer değişen simidin, tadı da yapıldığı yere göre değişiyor. Özellikle pişirilirken ki pekmezleme aşaması, lezzette fark yaratmada etkili. Simidin rengini de tadı kadar etkileyen bu aşama soğuk ya da sıcak pekmezleme olarak yapılıyor. İstanbul simitlerinde soğuk olarak uygulanan pekmezleme aşaması, Ankara, İzmir ve Bursa gibi şehirlerde sıcak olarak yapılıyor. Sıcak pişirmede, kaynayan pekmezli su içerisinde pişirilen simitler sonrasında susama bulanıp fırına veriliyor. Ayrıca fırında pişirilen taban simidi, tavada pişirilen tava simidi ve az susamlı parlak görünüşlü kazan simidi gibi pişirmeye göre değişen simit çeşitleri de var. Tadındaki ufak tefek değişikliklere rağmen, her yerde kendine has ruhunu koruyan simit, samimiyetin temsilcisi, hoş sohbetlerin ve sıcak çayın en güzel eşlikçisi olarak hayatımıza anlam katıyor ve bunu yapmaya daha yüzyıllar geçse de devam edecek.

Kuşlar ve Simitçi

Sabahın ilk ışıkları ile kuşlar, Simitçini yolunu gözlüyor.

Simitçi her sabahki gibi , Aynı saatte sokakta,

Salına, salına sokağın başında görünüyor.

Sanırsın kafasının üstünde dünyayı taşıyor., “Simidiyeeeee”diye bağırıyor.

Kuşlar seslerini kesip,bahçe duvarına konuyor. Simitçi,

Yan gözle pencerelere bakıyor.

Geceliği ile açık penceresinden yaşlı teyze bağırıyor -Simitçiiiii.

-Buyur hanım teyze.

-Simitlerin taze mi.

-El yakıyor hanım teyze.

Kuşlar, bahçe duvarının üstünde,

Paylarına düşen,

Simitçinin susamlarını bekliyor.

Yaşlı teyze simitlerini alıyor.

Kuşlar, simitçinin bahçe duvarına bıraktığı, SusamlarI keyifle yiyor..(A.Yılmaz)

**Çeşitli kaynaklardan alıntıdır.