Öyle anlaşılıyor ki, yapılan açıklamalar da bu yönde, içinde bulunduğumuz yılın ikinci yarısı için asgari ücret başta olmak üzere gelirlerimizde bir değişiklik yapılmayacak. Sadece, memur ve emeklilere tahmini enflasyon hesabı üzerinden cüzi bir artış yapılabilecek.
Hal böyle olunca vatandaşlar, yani bu ülkenin dar gelirlileri, emeklileri, asgari ücretlileri yılı çok zor atlatacak. Nitekim, resmi kurum ve kuruluşlardan yapılan açıklamalarda bunun böyle olacağını gösteriyor.
Mesela, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) ve Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi verilerine göre, borç takibine düşenlerin sayısı artmaya devam ediyor. Son bir yılda vatandaşın takibe düşen borçları yüzde 110 oranında yükselirken, bireysel kredi veya kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısında da yüzde 65 oranında bir artış yaşanıyor.

Salgın döneminde yapılan düzenlemelerle düşüş gösteren bireysel kredi ve kredi kartı borçluları, hemen ertesinde büyük bir hızla yükselişe geçmişti. 2024’ün ikinci yarısından itibaren borcunu ödeyemeyenlerin sayısı rekor düzeye ulaşmış, kredi borçluları yüzde 81, kredi kartı borçluları ise yüzde 54 oranında artmıştı.
Gelelim içinde bulunduğumuz yılın ilk verilerine.
Borçlular, içinde bir de hem kredi hem de kredi kartı borçluları yer alıyor. Bunların durumu da iç açıcı değil. Kredi ve kredi kartı borçlarını ödeyemeyenler içinde her iki borcu da bulunanların sayısı yılbaşına göre yüzde 78 artarak toplam borçluların yüzde 23’üne ulaşmış durumda.

Tüketici kredileri ve kredi kartlarında takibe alınan alacaklar, 2025 Ocak ayı itibarıyla 2024 başına kıyasla yüzde 110 olurken, son beş yıla bakıldığında ise yüzde 384 oranında artış göstermiş.
Takipteki alacakların toplam tüketici kredileri ve kredi kartlarına oranı, 2024 yılı başında yüzde 0,64 olan kredi kartı borçlarının takibe düşme oranı, 2025 ocak ayı sonunda yüzde 1,60’a yükselirken, kredilerde ise aynı dönemde bu oran yüzde 1,14’ten yüzde 1,65’e yükselmiş.

Ortaya çıkan tabloya bakıldığını şunu net olarak görmek mümkün. Vatandaşlarımız, gelecek on yılını borç ipoteği altına sokmuş durumda. Yani, bu borçların ödenmesi ve vatandaşların derin bir “oh” çekebilmesi için kafadan bir on yıla ihtiyacı var.

Bu süre kısalabilir mi?

Elbette bu süreyi kısaltmak mümkün. Ancak ülkeyi yönetenlerin bir şeye karar vermesi gerekiyor. O da öncelik sıralamasında vatandaşların yerini belirlemekten geçiyor. Yani ülkenin zenginliklerinin yüzde 85’ini paylaşan, en zengin yüzde 5 ile onları takip eden yüzde 10’lik kesimde alınıp tabana yayılmasıyla mümkün olabilir. Kimsenin helal yoldan elde ettiği malında mülkünde gözümüz yok ama, KOİ projeleriyle ülkenin kaynakları adeta emenlerin fedakarlık etmesiyle vatandaşların refah seviyesi yükseltilemez mi?

CHP Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, özellikle kamuda yaşanan savurganlık ve istismarlara ilişkin yaptığı araştırmalarla tanınıyor. Rakamlar onun tespitlerine ait. Yavuzyılmaz diyor ki; Osmangazi köprüsü için KOİ müttehitlerine ödenen garanti bedeli 927 bin asgari ücret, ya da 1 milyon 417 bin emekli maaşı ediyor. Örnekleri çoğaltalım. 1915 Çanakkale Köprüsünün garanti bedeli 472 bin asgari ücret ya da 698 bin emekli maaşı, Ankara-Niğde otoyolu 627 bin asgari ücret ya da 958 bin emekli maaşına denk geliyor.
Devlet bu projelere verdiği garantiler karşılığı ödediği garanti tutarları da dudak uçuklatıyor. Örneğin, Osmangazi Köprüsüne 569 milyon 810 bin dolar, Ankara Niğde Otoyolu için 374 milyon Euro, 1915 Çanakkale köprüsü için 281 milyon 675 bin Euro, Zafer Havaalanı için 6 milyon 798 bin Euro ödenmiş durumda.

Özetle;
Ekonomide yapılan hataların bedelini dar gelirli, emekli, işçi ve memurlar ödüyor. Ülke kaynaklarının yüzde 85’ine sahip olan yüzde 15’lik kesim bugün yaşanan derin yoksulluğu hissetmiyor. Yazımızın girişinde verdiğimiz rakamlara bakıldığında durum tüm açıklığıyla görülüyor. Bu ülke, sığınmacılarla birlikte 95 milyona yaklaşan nüfusu besleyebilecek zenginliğe sahiptir. Ancak, burada esas olan, var olan zenginliğin paylaşımında yaşanan adaletsizlikte yatıyor. Devlet, sadece topladığı vergilerle, döviz cinsinden yaptırdığı tüm bu yatırımları gerçekleştirebilir ve saçı bitmemiş yetimlerin geleceğini garanti altına alabilirdi.
Türk lirası dururken, 25-30 yıl verilen garanti karşılığı, Euro ya da Dolar cinsinden yapılan sözleşmeler tabloyu ağırlaştırıyor. Ama tercihler yanlış yapılınca ve yapılan yanlış tercihlerde ısrar edilince ortaya böyle ağır bir tablo çıkıyor.