Kitabı bitirip bilgisayarımın karşısına oturduğumda parmaklarımı bir süre klavyenin tuşlarına dokunduramadım. Nereden başlayacağıma karar veremedim. Kitaptaki konuların hangi yanını yazsam diğer yanı eksik kalacaktı. Yaklaşık beş yıldır yazın alanındaki dostlarımın, arkadaşlarımın kitapları ve diğer okuduğum kitaplar hakkında düşüncelerimi yazıyorum. Çok kıymetli kitaplar okudum. Tanıdığım yazarlarından beklemediğim kadar güzel ve yazarına yakıştıramadığım kadar yavan kitaplar da okudum.
“ÇALIYAKASINDA BİR KÖY/TAHTACIÖRENCİK” Kitabının yazarı; dostum, abim, öğretmen emeklisi, şair yazar Bayram Atakul’un daha önceki kitaplarını okumuştum her biri kendi dalında bir şaheserdi ama “ÇALIYAKASINDA BİR KÖY/TAHTACIÖRENCİK” kitabında; Beni ben eden ideolojimi, köyümü, bugüne kadar yaşadıklarımı, öğretmenlerimi, akraba ilişkilerimi, yoksulluk çektiğimiz günleri, mücadele günlerimi velhasılıkelam, yaşamım baştan sona kısa metraj film gibi gözlerimin önünden geçti. Başka zamanlarda kırk yıl düşünsem aklımın ucundan geçmeyecek anılarım hafızamda canlandı. En çok da yoksulluk ve mücadele yıllarım…
Şair bir öğretmenden de bu beklenirdi. Kitabın oluşmasında; birçok söyleşiden, konudan ve yaşanmışlıklardan temizleyerek/arındırarak/sadeleştirerek… kitap haline getirmek her babayiğidin harcı değildir. (En azından benim değil) konuların dizilimi, şiirlerin devam eden konularla örtüştürülmesi ve fotoğraflar harika bir kurgunun ve zekânın ürünü olmuş.
Kitabın tamamının üretim ve okuyucuya ulaşmasının bende bıraktığı izi tanımlamam gerekirse; Doğum sancısı çeken bir canlının doğum sonrası tüm acılarını unutmasında yaşadığı rahatlama ve aldığı sonuçla mutlu olması gibi düşünebiliriz. Bu, tüm güzellikleri doğuran toprak da olabilir, doğada tek başına doğuran bir hayvan da olabilir, Anadolu’nun ücra bir köşesinde tarlada, ahırda ya da bağ, bahçe yolunda doğuran bir kadın da olabilir. Üretim sancısı ve başarmanın mutluluğu/onuru.
Kitabın konusu iki başlık halinde açıklanabilir. Bir tanesi ülkemizin içinde bulunduğu politik durum, diğeri de yerel yaşam.
Birincisi: Geçmişte, Köy Enstitülerini kapatarak eğitime vurulan darbenin amacı ve günümüze gelindiğinde ÇEDES, projesinin tamamlayıcı darbe olması bilinçli bir aklın ürünü olarak kitapta yerini alması, ikincisi ise: Dudu/Hülya’nın, köyde okuyan ilk kız çocuğu olmasıyla, kendi adına zincirleri kırması aynı zamanda kardeşleri ve köylüler adına da zincirleri kırılması ve TADYA’nın tüm çevre köylere ve diğer köylülere örnek olması bakımından “kırsal/köylü” anlayışını kırması. (TADYA ile ilgili yazıyı okurken 12 Eylül öncesi “Fatsa” örneği geldi aklıma.) Kollektif çalışarak yol yapımı, köy odası, minare ve benzeri ortak işlerin imece usulü yapılması ve en önemlisi de TADYA’nın hayata geçirilmesi.
Bir itirafta bulunmak istiyorum: Kitapta öylesine çok içerik, çeşitlilik ve konu var ki birinden söz edersem diğer konunun boynu bükük kalacak diye korkuyorum ama korkumu yenip birkaç konuya burada öncelik vereceğim; Köy Enstitüleri ve Hasan Âli Yücel özelinde, eğitim sistemine yapılan eleştiriler ve Emperyalizm ile bağı, Tahtacıörencik köyünde, amcasının ve babasının üzerine kapıyı kilitleyip sınava girme sözü alıncaya kadar her şeyi göze alarak kapıyı açmayan direnç abidesi Hülya öğretmen başta olmak üzere örnek öğretmenler, birçok konu üzerinde dünün tahlilini yaparak, bugüne atıfta bulunmak, 12 Eylül faşizminin yaptığı tahribatlara dikkat çekmek. Güdül’ün köylerinde maden (kil) ocağı ve kırma eleme tesisinin açılmasına karşı verilen mücadele ve kazanılan zafere de yer vermek, Nâzım Hikmet, Âşık Veysel, Enver Gökçe, Yunus Emre ve diğer şairlerden örneklerle anlattığı konulara atıfta bulunarak hafızalarda yer etmesini sağlamak bunlardan bazıları. Başında da yazdığım gibi birçok konunun boynu bükük kalacak biliyorum!..
Kitaptan da kısa kısa birkaç kesit vererek yazımı bitirmek istiyorum.
“Dört beş yaşlarındayım. Evimizin önündeki pınarın yalağındaki suyla oynuyorum. Asım Hoca geldi. Kollarını sıvadı. Kurnadan akan suyla ellerini bir güzel yıkadı. Elini ağzına atıp üst dişlerini çıkardı. Kurnada yıkayıp tekrar ağzına taktı. Aynı şekilde alt dişlerini de yıkadı taktı. Ben fal taşı gibi açmış çocuk gözlerimle, Asım Hocayı izliyorum. Hoca gidince kurnanın başına geçtim. Büyük bir adam edasıyla kollarımı sıvadım. Ellerimi şakır şakır yıkadım. Elimi dişime attım. Üstü denedim, çıkmıyor. Altı denedim çıkmıyor. İki elimle tüm gücümle asılıyorum. Çıkmıyor!..
Şaştım kaldım…”
…
“Mustafa Öğretmen, komşu köylerden sınava başvuran kızlarla birlikte iki gün önceden öğrencileri Beypazarı’na götürüp bir okulda kurs verir.
Evet o kız, benim ablamdı. (Bayram Atakul) Adı Dudu’ydu. Babasının annesinin koyduğu adını da sevmedi ve mahkeme kanalıyla Hülya olarak değiştirdi.
Kendisi farkında olmasa da takındığı tavırla, açtığı yolla köyümüzün ilk devrimci kadınıydı…
Benim ve kardeşlerimin de okula gidebilmemiz için bir çığır açmıştı. İlkokul yüzü görmemiş, okuma yazma bilmeyen babam, tüm çocuklarını okutmuş, beşimiz öğretmen, birimiz sağlık teknisyeni olmuştuk.
Okula gönderirken babam; ‘kızım başımı öne eğdireceksen, cenazenin gelmesini tercih ederim’ demişti. Okulu bitirdi, yakın bir köye öğretmen olarak tayini çıktı. Aldığı maaşı kuruşuna dokunmadan babamın önüne bıraktı aylarca. Nasıl da mutluydu babam. Nasıl da onore oluyordu, kızı başını önüne eğdirmeden okumuş, öğretmen olmuştu. Köylünün, karanlığın, cehaletin karşısında dimdik duran aydın bir insandı artık.”
…
Yıl 1955, beş altı yaşlarındayım. Hülya ablam yanımda. Evden hızla çıkmış, canımızı kurtarmış, evimizin karşısındaki boş alanda Tuzla başında abla, kardeş ağlıyoruz. Bir elimde su içtiğim küçük ıprık, (ibrik) diğer elimde babamın en güzel ayakkabıları (bana göre yangında ilk kurtarılacak olanlar onlarmış demek ki) gözyaşlarım seller gibi akıyor. Evi saran ateşler camlardan fışkırıyor ve ben bağıra bağıra ağlıyorum.
Baba camlarımız yanıyor!
Baba camlarımız yanıyor!
Ev yanıyor demiyorum, camlarımız yanıyor diyorum!
Neden mi?”
Yazım çok uzadı farkındayım. İki cümle ile yazıma son vermek istiyorum. Kitabına konuk olan insanlara ve kitabı hakkında düşüncelerini paylaşan arkadaşlarına da her fırsatta teşekkür etmeyi ihmal etmemiş Şair, yazar Bayram Atakul.
Son sözüm: gerek Tahtacıörencik için gerekse tüm köyler için örnek bir çalışma olmuş. Mutlak okunması, örnek alınarak kendi köylerimizin hikâyesinin yazılması yolunda meşale sayılacak bir çalışma. Katkı sunan emek veren herkesin emeğine, Şair üstadım, abim: senin de emeğine, yüreğine, bilincine sağlık.