O güne kadar hep naylon ya da lastik ayakkabım olmuştu. İlkokulumun son senesiydi. Büyük abim akşam...
O güne kadar hep naylon ya da lastik ayakkabım olmuştu. İlkokulumun son senesiydi. Büyük abim akşam eve geldiğinde elindeki güzel bir kutuyu bana uzattı. “Al bu kutu senin. Aç bakalım içinde ne var?” dedi.
Ne yapacağımı şaşırdım. Kutuyu elime aldım ama heyecandan bir türlü açamadım,ne sıkı bağlamışlar, zar zor ambalaj kâğıdını yırttım, kutu meydana çıktı. Kutuyu açtım, içinde, hep özlemle baktığım arkadaşlarımın ayağında olan bir çift iskarpin ayakkabılardan vardı.
Bizim evde pek öyle sarılma öpüşmeler olmazdı. Kutu elimde, abime sarıldım. Abim de ne yapacağını şaşırdı birbirimize sarılır gibi yaptık.
“Hadi ayakkabıları çıkar kutusundan da giy. Bakalım ayağına olacak mı?”
Kutusunda çıkardığım ayakkabıları çıkarıp göğsüme yasladım. Çok güzel deri kokuyorlardı. İçim kıpır kıpır. Siyah ayakkabılarım ayna gibi parlıyor. Hemen kutuyu bir yana attım önce sağ ayağıma sonra sol ayağıma giydiğim ayakkabılarım çok güzeldi.
Evin içinde bir iki tur attım.
“Abi ayakkabılar tam ayağıma göre, nasıl, sen de beğendin mi?
“Çok güzel yakıştı güle güle giy kardeşim.”
Evimizin salonunda oturan bizi izleyen annem, babam, ablamdan da tam not almıştım.
Evin içinde ne kadar saat ayakkabılarımla gezdim bilmiyorum. Sıcaktan ayaklarım yanmaya başladı. Hep açık naylon ve lastik ayakkabıları giydiğim için bu ayakkabım kapalı olunca ayaklarım sanki havasız kaldı.Sıcaklık ve yanma ondan dolayı oldu.
Yeni ayakkabılarımla evin önüne kadar çıktım, toprağa basıp ilk günden kirlenmesini istemedim.
Evimiz küçük olduğundan babam kapının önüne ayakkabılar kokmasın diye bir ayakkabılık yapmıştı. Önüde ince bir tahta kapak ile kapatmıştı.
Yazın iyiydi de kışın dışarda kalan ayakkabılarımız resmen buz gibi oluyordu. Ayağımız ısınana kadar iyi üşüyorduk. Keşke içeriden kapalı,bir ayakkabılığımız olsaydı.
Okulda öğretmenimizin ve arkadaşlarım beton zeminde yürüyünce ayakkabılarının altında kırılan kum tanelerinin çıtır çıtır sesleri duymak hoşuma gidiyordu. Artık bu sesleri kendi ayakkabımla okula gidince ben de çıkaracaktım ve duyacaktım.
Abim; ”Sen yarın ayakkabılarını giy, akşam ben gelince beraberce ayakkabıcıya götürüp tabanlarına demir pençe taktıralım. Hem ayakkabının ömrü uzun olur geç yıpranır tamam mı?”
Abim ve babamın ayakkabılarının tabanında bu demir pençelerden vardı. Atların ayağına çakılan nal gibi desem daha doğru olur. Bu pençeler öne ve arkaya takılan küçük demir parçalardı.
Sevincim devam ediyordu. Bir an önce sabah olsun, herkes ayakkabılarımı görsün istiyordum. Yeni ayakkabılarımı giyip şıkır şıkır okula gitmek istiyordum.
Gece herkes yatağına girip ışıklar söndüğünde ayakkabılarım yatağımın yanında bana eşlik ediyordu. Gece ay ışığının perdesiz penceremizde odaya vuran ışığı ile ayakkabımın ışığını seyretmek çok güzeldi Hayallerimle ayakkabılarıma baka baka uykuya dalmışım. Bir süre sonra uyandım. Burnumun dibinde duran yeni ayakkabılarımın keskin kokusundan biraz rahatsız oldum. Kimseyi uyandırmadan el yordamı ile ayakkabılarım elimde duvara tutuna tutuna dış kapıya geldim. Kapı önündeki ayakkabılığın tahta kapağını açıp yeni ayakkabılarımı eski ayakkabıları öne çekip en arkaya sakladım. Ayakkabılarım şimdi güvenli bir yerde sabahın olmasını ve beni bekleyecekti.
Yatağıma tekrar döndüm uykuya ne zaman daldım bilmiyorum. Sabah babamın meşhur öksürük sesini duyarak uyandım. Annem ablam abim her sabahki sözlerini babama tekrar ediyorlardı;
“Baba ne olur şu sigarayı ya azalt ya da bırak artık. Bak her sabah öksürüyorsun.”
Babam; “Tamam tamam ya bu meret beni bırakacak ya da ben onu bırakacağım size söz.”
Her sabah konuşulan bu sözleri tekrar dinlerken ben hemen kapıya koştum. Ayakkabılığa gece bıraktığım yeni ayakkabılarımı alıp odaya dönecektim. Ayakkabılığın kapısı yarı açık kalmıştı. Gece eski ayakkabıların arkasına sakladığım ayakkabılarıma elimi uzattım önce sağ ayağıma giyeceğim ayakkabı elime geldi. Sol ayağıma giyeceğim ayakkabıyı almaya çalıştım ama eski ayakkabılar elime geldi. Panikle ayakkabılıktaki ayakkabıları gelişi güzel çıkarıp yere attım. Ayakkabımın teki yoktu. Elimde tek ayakkabı ile evin içine ağlayarak girdim. ”Ayakkabımın teki yok yokkk.”
Evdekiler, “Dur telaş etme arkalarda bir yerdedir. Sen gir içeri bir de biz bakalım ayakkabılığa“ dediler. Dışarı çıktılar. Ben elimde tek ayakkabım ile salya sümük ağlamaya devam ettim. Hemen babam, abim, ablam içeri girdiler.
”Gerçekten ayakkabının teki yok ne olabilir ki? Yıllardır bizim mahallede hiç hırsızlık olmaz.”
Babam, “Çıkıp evin etrafına bir bakalım” dedi. Telaşla hepimiz dışarı çıktık. Elimde tek ayakkabım deli gibi ağlayarak sağa sola koştum durdum.
Ayakkabımın teki yok yok. Gözlerimde yaşlar burnumu çeke çeke evin etrafında hala dolanıp duruyorum. Bahçede bulunan su saatimizin kuyusunun kapağı yarı açık, işte tam orada ayakkabımın teki duruyor. Hemen koşup su saatinin kuyusuna elimi uzattım ayakkabım elimdeydi. Ayakkabıma bakıp hüngür hüngür ağlamamı sürdürdüm.
Bizimkiler yanıma gelip beni teselli etmeye çalışsalar da nafile.
Mahallemizin köpeklerinden birisi kapımızın önünde bulunan ayakkabılığımızı kapağını açmış. Yeni mis gibi deri kokan ayakkabımı oradan almış.Dişleyip dişleyip paramparça etmiş.Bir ayağımda yeni ayakkabım diğer elimde delik deşik ayakkabıma bakıp bakıp saatlerce ağladım. O gün üzüntüden okula gidemedim.
Abim, ” Üzülme yenisini alırız sıkma sen canını.” dedi.
Ama nafile siyah iskarpinim henüz giymeden elimden uçup gitmişti.
Dünya tiyatrolar günü kutlu olsun “SANATA EVET”