Dizinin son sahnesinde Simone (Milly Alcock), ipek elbisesiyle Cliff House’un önünde duruyor. Zaferin simgesi gibi görünse de bu görüntünün ardında bir dizi ihanet, hayal kırıklığı ve hayatta kalma mücadelesi var. Aslında bu sahne, Sirens’in tümüne yayılan sınıf ve güç eleştirisinin görsel bir özeti.
Güç Sahiplerinin Oyunu: Kadınlar Arasında Savaş, Arkada Erkek Egemenliği
Finalde, Simone, patronu ve eski dostu Michaela “Kiki” Kell (Julianne Moore) tarafından fotoğraflar yüzünden kovuluyor. Bu sıradan bir kovulma değil; iş, sosyal statü ve güvenli gelecekten aynı anda mahrum bırakılmak anlamına geliyor. Ancak dizinin çizdiği tablo, Simone’un suskunluğunu reddedişiyle altüst oluyor. Cliff House’a geri dönüyor, Peter Kell (Kevin Bacon) ile bir ortaklık kuruyor ve böylece Michaela sistemin dışına itiliyor.
Burada dikkat çeken detay şu: Michaela ve Simone’un rekabeti, temelde erkek karakter Peter’ın etrafında şekilleniyor. Simone'un yükselişi, bir başka kadının düşüşüyle mümkün kılınıyor. Ve tüm bu süreçte Peter, güç dengelerini sessizce manipüle eden, ‘kötü adam’ gibi davranmadan istediğini alan biri olarak resmediliyor.
“Herkes Peter İçin Çalışıyor”
Dizinin yaratıcısı Molly Smith Metzler’in ifadesiyle, “Bu dünyada herkes Peter için çalışıyor.” Yani güzellik, annelik, sadakat gibi kavramlar bile erkek merkezli bir hiyerarşide anlam kazanıyor. Michaela'nın çocuk doğuramaması, onun sistem dışına itilmesinde en büyük faktör olarak sunuluyor. Peter, zenginliğin ve patriyarkanın birleştiği noktada, hem maddi hem sembolik iktidarın temsilcisi.
Görünenin Ötesi: Kadınlar “Canavar” mı?
Dizi, karakterlerine kolay etiketler yapıştırmıyor. Michaela bir tarikat lideri değil, ancak etrafındaki kadınları yönlendirebilecek kadar etkili. Simone, geçmiş travmaları olan bir kadın; annesinin intiharı ve ailesinden gördüğü ilgisizlik, onu hayatta kalmak için her şeyi yapmaya hazır hale getirmiş.
Yani sorular şunlar: Michaela bir manipülatör mü? Simone bir fırsatçı mı? Yoksa ikisi de sadece bu sistemde hayatta kalmaya çalışan kadınlar mı?
Dizi Değil, Bir Toplumsal Eleştiri
Sirens, sıradan bir entrika dizisi değil. Anlatısını antik mitolojiden, sınıf analizinden ve feminist okumadan besliyor. Kadın karakterlerin kaderi, doğurganlık ve aidiyet gibi yapısal unsurlarla şekilleniyor. Hikâye, izleyiciyi sadece kimin haklı olduğunu sorgulamaya değil, bu düzenin neden böyle kurulduğunu da düşünmeye zorluyor.
Finalde Simone’un evin önünde duruşu zafer gibi görünse de, aslında o bir sistemin yeni bekçisine dönüşüyor. Yani “mutlu son” değil, “yer değiştiren roller” var.