Yazılarımı okuyanlar ve inceleyenler bilirler. Yaşadıklarımı köşe yazısı haline getiriyorum. Böylece yaşadıklarımı okurlarla paylaştığıma,  ülkeme ve hatta insan soyuna küçük küçük de olsa katkıda bulunduğuma inanıyorum.

Kanımca, yazılarım, içinde isimleri geçen kahramanlar için çoğunlukla onur duyacakları, ailelerine ve gelecek kuşaklara aktaracakları birer belgedir.  Belgelerken de, asla hiçbir kurum veya kişi için “Dost Dili” köşesine yakışmayan kelimeleri kullanmamaya çalışırım. Umarım, 5 Ocak 2020 tarihinde, her okur için hazırladığım “… Seni Seviyorum” başlıktan başlayarak kimseyi üzmemiş, kırmamış, ancak herkesi düşündürmüşümdür. 

Bu yazımda, bir gazeteci-yazar, daha çok da bir emekli olarak Ankara’da yaşadığım çok ayıp bir olayı sizlerle paylaşacağım. Aslında bu olay ilk değil, sanırım son da olmayacak. Nitekim, başlıktaki bir ve halk kelimelerine soru işaretleri ekledim. Örnek bir değil ve halk nitelemesine hiç mi hiç yakışmıyor, yaşadıklarım.

20 Nisan 2024 Cumartesi günü yaşadığım olayı özetlemeden önce, aslında matematiği ve emeği ilgilendirmesi, maliyet, satış, alış kelimeleri ile anlatılması gereken hayat pahalılığı, ekonomik şiddet konusundaki görüşlerimi kısaca yineleyeceğim.

Üretenlerin tümünün ve tüketenlerin çok büyük bir bölümünün sıkıntılar yaşadığı bir ülkede yaşıyoruz.

Konut ve iş yeri kiralarının patlama noktasına gelmesi vicdanla ilgili, matematikle değil. Kira gelirleri, hiçbir insan (!) için geçim kaynağı olamaz. Çünkü, kiralayan nasıl geçinecek bu uçuk ve vicdandan çok uzak kira bedellerinin ağırlığı altında.

Üretenin, tarlasında, bağında, bahçesinde, birim olarak yazıyorum, 1’e sattığı bir ürün, tüketiciye, son satış yerlerinde 3’e, 4’e, 5’e nasıl satılabilir? Burada matematiksel nedenler çok gerilerde, vicdanla ilgili nedenler ön sırada.

Vicdanla ilgili bir sorunu, bir emekli olarak birkaç yıldan beri yaşıyorum. Ankara’da, “Özel Halk Otobüsleri” ile ilgilidir bu sorun. Aslında otobüslerin hiçbir suçu, vicdansızlığı yok, sorun, cansız dediğimiz araçlarda değil tamamen sürücülerde. Sürücü aynı zamanda işletmenin, otobüsün sahibi değilse, sorun işverenle de ilgili olabilir, hatta çok büyük bir olasılıkla ilgilidir. Çünkü, sürücü, tamamen vicdanla ilgili olan bir şiddet suçunu tek başına işleyemez.

20 Nisan 2024 Cumartesi. Yenimahalle Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nden çıktım, tam karşısındaki otobüs durağına geldim. Durak numarası 20634. Saat 21.00’e geliyor. Durağa benden çok daha genç bir erkek emekli geldi. Hava kararmış durumda. Ortalık aynı zamanda ıssız. Batıkent yönünden gelen, Kızılay yönüne gidecek otobüsleri bekliyoruz.

Saat 20.58 gibi bir özel halk otobüsü geldi. Durağa yaklaşırken yavaşladı. İki emekliyi görünce otobüsü durdurmadı, uzaklaştı. Benzer olayları farklı semtlerde çokça yaşadığım  halde şok oldum, otobüsün plaka numarasını almayı düşünemedim.

İki emekli ve ikisi de ücretsiz biniş kartına sahip. Karanlık bir yerde, akşamın ileri sayılabilecek bir saatinde iki emekliyi almadan uzaklaşan bu sürücü için ne yazmalıyım? Bu sürücünün ve onu emekli düşmanı yapanların işledikleri insanlık suçunun hukuksal ve duygusal yanını nasıl anlatmalıyım? Nasıl bir kişilik örneği bu sürücü?

Adında özel kelimesi var otobüslerin. Benim için özel kelimesi salt özel kesim, kamu dışı anlamı taşımıyor. Gerçekten özel ve güzel nitelikleri olmalı. Halk kelimesi var, halk için kutsal bir görev yapıldığı bilinci olmalı işletmecilerde ve sürücülerde. Ne yazık ki emekliler korkarak, çekinerek biniyor halk otobüslerine. Sürücüler, yaşlı ve emekli gördüğünde değişiyorlar, günaydın diyenlere veya teşekkür edenlere karşılık vermiyorlar, yüzlerini adeta asıyorlar, belli ki öfkeleniyorlar.

Birkaç kez, sürücülere, “umarım, dilerim benim yaşıma gelirsiniz” dediğim de oldu. Güzel yürekli, vicdanlı işletmecileri ve sürücüleri alınlarından öpüyorum.

Emeklilere, ileri yaşlılara, yüreklerini, vicdanlarını kapatanların ve gözlerini uzak tutanların çok olduğu bir toplumda, bir ülkede sevgi, dostluk ve güven giderek zayıflar. Türkiye’de gerçekten zayıflıyor, hatta azalıyor.

Vicdan sorunu yaşayan bir sürücünün o ıssız ve karanlık yerde iki emekliyi araca almayıp uzaklaşmasının bir yararlı yanını da yaşadım o akşam. 10 dakika sonra gelen yine bir özel halk otobüsüne iki emekli, 3 genç aynı duraktan  bindik.

Tamar Beridze. Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesinde akademisyen, aynı zamanda Tarih Bölümü doktora öğrencisi. Gürcistan’nın güçlü siyasetçilerinden biri, hatta Başbakanı olmayı hedeflemiş bir genç kadın.

Bir diğer genç, Aziz Ali Artuç. İstanbul Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Coğrafya Bölümü son sınıf öğrencisi. Ankara’da yaşıyor.

Cebeci’ye kadar yaptığımız sohbetlerde dile getirdiğimiz konular beni çok etkiledi. Aslında bu sohbet özel bir yazı konusu olabilir.

Ali İnan ismindeki üçüncü gencimiz, Beridze ve Artuç’la birlikte fotoğrafımızı çekerek 20 Nisan 2024 akşamı yaşadığımız olayı ölümsüzleştirdi.

Aklımdan şu geçti. İki emekliyi, karanlıkta ve ıssız bir yerde bırakan  sürücü, acaba, üç genç 10 dakika önce durakta olsaydı, yine durur gibi yapar mıydı, sonra da yolcuları almadan gider miydi?

Acaba, 10 dakika sonra gelen otobüsün sürücüsü de, o üç genç olmasaydı, iki emekliyi almadan gider miydi?

Uzun yıllardır yaşanan, işletmeciye, sürücüye yakışmayan, akıl ve vicdanla ilgili bu sorun, Ankara Büyükşehir Belediyesi-Ankara Özel Halk Otobüsleri Esnaf Odası  birlikteliğinde, basının ve demokratik kitle örgütlerinin de katkısı alınarak çözülmelidir. Eğitim ve iletişim yöntemleri kullanılarak işletmeci ve sürücülerde insana yakışır bir davranış değişikliği sağlanmalıdır.

Akıl, vicdan, halka, emekliye, ileri yaşlıya sevgi ve saygının kalıcı olduğu bir davranış değişikliği. Çok zor değil. Çünkü, verdiğimiz olumsuz örneklerden daha çok iyilik ve güzellik katan işletmeciler ve sürücüler var.

Haydi, melek işletmeciler, melek sürücüler ve melek belediye yöneticileri, ulaşımda, bu konuda cennet yapın Ankara’yı.

 

Fotoğraf altı: Rıza Sümer  (solda) ve Tamar Beridze. Arkada, Aziz Ali Artuç.