Tanzimat edebiyatının öncülerinden olan Ziya Paşa çok bilinen bir beytinde

Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

Demiştir…

Açıkçası bu noktadan hareketle bu güne kadar hiçbir öngörüsü tutmayan, yasal zorunluluklar yüzünden yaptığı Orta Vadeli Programlar birkaç ay içinde çöpü boylayan bir iktidarın bu günkü açıklamalarını çok da ciddiye almaya gerek olmadığını düşünüyorum.

Üstelik bu düşüncemde yalnızda değilim örneğin duayen ekonomist Mahfi Eğilmez konu ile ilgili olarak yaptığı bir sosyal medya paylaşımında:

“Orta Vadeli Program konusunda yazı yazıp yazmayacağımı soran değerli izleyicilere yanıtımdır: Yazmayacağım. Çünkü bir ekonomik göstergenin gelecek yıl ve sonraki yıllarda ne olacağına ilişkin tahminler yazılınca onun nasıl olup da öyle olacağı da yazılmalı ki ortada bir program olsun. Bir örnek vereyim: Mesela OVP'ye göre TÜFE'nin 2023 sonunda % 65 olması, 2024 sonunda yüzde 33'e düşmesi bekleniyor. Mantıklı bir hedef. İyi hoş da bu ne olacak da 65'den 33'e düşecek? Bu düşerken büyüme ve işsizlik olumsuz etkilenince ne gibi önlemler alınacak? Sıkı para ve maliye politikası uygulayacağız da düşecek demekle program olmaz. Faizi ne yapacaksınız ve ne zaman yapacaksınız? Bunu yazmadan ve taahhüt etmeden yazılanlar program olmaz, temenni olur. OVP'nin her tarafı bu tür temennilerle dolu. Öte yandan yapısal alan diye seçilen konuların hiçbiri ülkenin şu aşamada ihtiyacı olan yapısal reformları temsil etmiyor. Ülkenin en büyük ihtiyacı olan hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı reformunun öngörülmediği programda yapısal reformdan söz edilemez. Dolayısıyla OVP benim açımdan bir yazı konusu yapılabilecek bir belge değil.” Demektedir.

Bende Mahfi Eğilmez ile aynı paralelde düşünmekteyim, ülkenin çok ciddi yapısal reformlara ihtiyacı bulunmaktadır ve lakin bu reformlar öyle faizi üç beş puan artırmak, kredilerde seçici davranmak ya da bankalara aba altından sopa göstermek ile olmaz.

Bakın Türkiye üretebildiğinden fazlasını tüketen ve bunu da borçlanarak yapan bir ülke. Üstelik bu çarpık düzen yeni de değil en az üç yüz yıllık bir sorun bu ve zaten Osmanlı’da bu temel sorun yüzünden önce ekonomik bağımsızlığını yitirdi, yarı sömürge konumuna düştü ve en nihayetinde yıkıldı, dağıldı gitti…

Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleştirilen Türk Devrimleri bu temel sorunu çözebilmek için atılmış en önemli ve etkili adımdı.

Ne yazık ki dış güçlerle de ittifak yapan karşı devrim hareketi uyguladığı popülist politikalar ile bizi başladığımız noktaya geri döndürmüş bulunmaktadır. Geldiğimiz noktada Türkiye Cumhuriyeti de aynı Osmanlı İmparatorluğu gibi üretebildiğinden fazlasını tüketen ve bunu da borçlanarak yapan bir ekonomik sisteme dönüşmüş bulunmaktadır.

Döviz ile borçlanmanın elbette ki bir sonu yoktur ve bu yüzden de sık sık döviz ve dış borç krizleri yaşanmaktadır.

Dahası döviz bulabilmek uğruna içeride ve dışarıda siyasi, askeri ve ekonomik tavizler verilmekte ama dön baba dönelim aynı borç / kriz sarmalından çıkılamamaktadır.

Bu sarmaldan çıkmak için tek yol küresel ölçüde talep görecek mal ve hizmetleri yeterince üretebilmektir.

Üretebilmek ise tamamen nitelikli işveren ve nitelikli işgücü sorunudur.

Bunları yetiştirmek, bulup buluşturmak ise nitelikli bilim, sanat ve spor eğitimi gerektirir. Fakat yetiştirmek de yetmez bu insanların yaşamak, çalışmak, üretmek ve yatırım yapmak isteyeceği toplumsal iklimi yaratmak olmazsa olmaz koşuldur. Böyle bir iklimi yaratmazsan yetiştirdiğin insanlar da kaçar gider, insanca yaşayacakları demokratik ve özgürlükçü ülkelere yerleşir. Buda en temelde bir demokrasi hukuk ve siyaset sorunudur