Yazar Mehmet Uçar’ın “MOR DÜŞLERİM DARAĞACINDA” romanını okuyup bitirdiğimde hâlâ Toroslarda dolaşıyordu aklım ve ayaklarım.  

Kitabın arka kapağını kapattığımda çalışma odamda olduğumun farkına vardım.

Kitap baştan sona her Anadolu toprağında yaşayan insanın karşılaşabileceği hikâyeler ve yaşayabileceği gerçeklerle doluydu ki 12 Eylül öncesi ve sonrasında çoğumuz yaşamıştık.

Roman, iki ayak üzerinde ilerliyor. 

Bir ayağı; 12 Eylül öncesi ülkede gelişen sınıf hareketlerini ve halk muhalefetini; sağ-sol çatışması diye adlandırarak, basit bir sokak eylemi gibi göstermeye çalışan sermaye çevresinin ve IMF’nin ısrarla dayattığı 24 Ocak ekonomik ve baskı yasalarını uygulatmaya çalışması. 12 Eylül’le birlikte sürek avına çıkılarak yoksul halk çocuklarının stadyumlara, 

Spor salonlara, okullara doldurularak işkenceden geçirilmesi tutuklanması…

Diğer ayağı ise; her zaman olduğu gibi, çoğu zaman cehalet deyip geçilse de aslında yönetenlerin ve sermaye sınıfının işine gelen Mezhep ayrılıklarının körüklenmesi, bu ayrılığın, toplumun en kılcal damarlarına kadar zerk edilmeye çalışılması. Başarılı da olduklarını zannetseler de asla olamadılar, olamayacaklar!..

 İki ayak üzerinde yürürken; bir taraftan da gözler önüne serilen, toplumdaki ekonomik dengesizlikleri, aynı köyde aynı mezhepten olmalarına rağmen, futbol takımı tutar gibi parti tutmaları ve yan yana evlerinde kardeşin kardeşe düşman kesildiği, köylü, kentli olması, şu ya da bu mezhepten olması, şu ya da bu milliyetten olması fark etmeksizin yoksulun yoksul, varsılın varsıl olduğu bir toplumda sınıf mücadelesinin yeteri kadar halka inilememesinin de resmi.

Ağahan özelinde, binlerce, on binlerce öğretmenin, öğrencinin sürgün edilmesi, işkencelere maruz kalması, kendinden olmayan insanlara önyargı ile yaklaşılması…

Sürgün olarak gittiği Diyarbakır’da Ağahan’ın önyargılarının kırılmasına tanık olması… Böylece uzar gider yazacaklarım. İyisi mi, alın okuyun derim, Mehmet Uçar’ın “MOR DÜŞLERİM DARAĞACINDA” kitabını. 

Uçar’ın, biyografisini okuduğumuzda, roman kahramanıyla örtüştüğünü görüyoruz. Bu romanın kahramanı, belki de Uçar’ın kendisidir!

Yazarın öz geçmişinden bir kesit vermek istiyorum:

Konya’nın orta Toros dağlarının yamacında kurulan Hadim ilçesine bağlı Eşenler köyünde doğmuştur. İlkokulu köyünde 1970 yılında bitirdikten sonra Konya Mevlâna Ortaokuluna kaydını yaptırmıştır. On iki yaşında ailesinden ayrılarak şehre gelmiştir. Konya’nın kenar mahallesinde kiraladıkları toprak kerpiç bir evde şehir yaşamıyla tanışmıştır. Amcasının oğlu ile aynı evde kalarak, çocuk yaşta yemek yapmayı, bulaşık yıkamayı, ev temizlemeyi, odun sobası yakmayı, ev temizliği yapmayı, çamaşır yıkamayı öğrenmiştir. Orta okulu, 1973 yılında bitirmiştir. Sonra, kırsalın çocuklarının erkenden yaşama atılması düşüncesiyle, Konya Ticaret Lisesi’nde öğrenimine devam etmiştir. 

Ortaokul ve lisede okurken pek çok işte çalışarak hem hayatını idame ettirmiş hem de eğitimini tamamlamıştır.

1978 yılında, Konya Yabancı Diller Yüksek Okulu’na kaydını yaptırmıştır. Pek çok öğrenci gibi, Uçar’da o yıllarda kurulan MC hükumetinin kıyımına uğramış, 1979 yılında Diyarbakır’a kaydını aldırmak zorunda kalmıştır. Yabancı Diller Yüksek Okulu’nda eğitimini sürdürürken, Diyarbakır Yabancı Diller Yüksek Okulu, Dicle Üniversitesine başlanmıştır. 1983 yılında Eğitim Fakültesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü’nden mezun olmuştur.

 Yazar eserinde; 1978 kuşağının/gençliğinin çektiği yoksulluğu, işkenceleri, siyasal kıyımları, yalın bir dille; bir köy çocuğu ile köye gelen bir öğretmenin aşk serüvenlerinin çarpık din anlayışının dişlilerinden geçerek mor düşlerinin darağacında asılı kalışını anlatmaktadır.

Yazar, şair Mehmet Uçar; anılar ve diğer türlerde eserlerini üretmeye devam etmektedir. 

Kitaptan bir paragrafla, yazımı bitirmek istiyorum. “İçerisi körükçü odalarına dönmüştü. Boğucu ve sarsıcıydı. Çoğu köylü, ellerindeki naylon poşetlere istifra edip insanların midelerini bulandırıyordu. Bun bilen Ağhan, sabah hiçbir şey yemeden yola çıktı. Karla kaplı, dumanlı dağların yamaçlarında bağırarak giden Şitayır (steyr) marka eski otobüs ormanların içinde kurt gibi direnip tırmanarak korkusuzca yırtıp, aşıp gitti.”