Bugünlerde bilen bilmeyen herkes “ben milliyetçiyim” diyor ve hemen “muhafazakârım” niteliğini de ekliyor. Oysa milliyetçilik ve muhafazakârlık birçok kişinin sandığının aksine örtüşen değil tam tersine çelişen oksimoron kavramlardır. Milliyetçilik en temelde geçmişe, geçmişten gelenleri korumaya değil geleceğe odaklanan bir ideolojidir. 

Hatta milliyetçi ideoloji doğası gereği geçmişten gelen sosyal, siyasi, hukuki, iktisadi ilişkileri değiştiren, dönüştüren ve eski toplum düzenini yıkıp yenisini inşa eden devrimci bir karakter taşımaktadır.

Ne yazık ki ülkemizde özellikle de soğuk savaş dönemi sonrasında hemen hemen tüm kavramlar çorba edildi ve bu kavramların içi boşaltıldı. 

Çorba edilip içi boşaltılan kavramların da başında da milliyetçilik kavramı gelmektedir.

Kavramlar üzerinde bir anlaşma sağlanmadan, kavramları doğu düzgün, yerli yerinde kullanmadan düşünceler üzerinde anlaşmak ve bir mutabakat sağlamak ne yazık ki mümkün olmuyor. 

Memleket Uğur Mumcu’nun dediği gibi bilgisi olmadan fikri olan ama görüş beyan edip, ahkâm kesmekten çekinmeyen bir sürü yorumcu ve kanaat önderi ile dolu bu yüzden de kafalar hep karışık. Bunlar her kavramı körlerin fili tarif ettiği gibi kendi tuttukları yer açısından tarif etmeye kalkınca da ortaya bir kakofoni çıkıyor, bırakın uzlaşmayı herhangi bir şekilde konuşmak bile mümkün olmuyor.

Bakınız; milliyetçilik aslında kavram olarak son derecede yeni, modern ve devrimci bir kavramdır. Milliyetçilik en temelinde bir milletin egemenlik hak ve özgürlüklerine sahip olmasını savunan, hümanist felsefe yani insani egemenlik ilkeleri çerçevesinde ortaya çıkmış modern bir dünya görüşüdür.

Hümanizm Türkçe karşılığı ile insanmerkezcillik olarak adlandırılabilecek,  insanın değerini vurgulayan ve rasyonalizm ile ampirizme odaklanan bir felsefi öğretidir. Hümanist öğreti insanmerkezcillikdir, skolastik çağda egemen olan dünya görüşü tanrımerkezcillik geri plana atılır ve reddedilir, insanmerkezcillik esas alınır. Bu yüzden de egemenlik hak ve özgürlükleri hayali tanrılardan insanlara geçer.

Dinler tarafından anlatılan doğaüstü ya da metafizik güçlerin varlığıyla ilgilenmeyen, etik tabanlı, seküler ve her otorite karşısında insanı özgürleştirme, insanı egemen kılma çabası hümanizmin tanımıdır.

İşte milliyetçilik bu felsefi tabanda ortaya çıkmış ve siyasi birlik kurmayı başarabilen halkların hangi coğrafyada egemen olacağını tanımlayan bir ideoloji olarak şekillenmiştir.

Millet kelimesinin Türkçe karşılığı ulus ya da budundur ve her iki kavramda siyasi amaçla bir araya gelmiş olan boyların ya da halkların birlikteliğini ifade eder. Bu makalede kullandığım nation, millet, ulus ya da budun kelimeleri farklı dil köklerinden gelse de aynı kavramı tarif etmektedir.

Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk de hiç şüphe yok ki aydınlanma devrimini takip eden bir hümanist ve milliyetçiydi. 

Esas itibariyle Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’da yaşayan halkları Türk Milleti adı altında örgütleyerek bir siyasi birlik kurabilmelerini sağlayan ve en nihayetinde Türk milletini egemenlik hak ve özgürlüklerine kavuşturan ve milliyetçi ideoloji çerçevesinde yeni bir devlet kuran önderdir.

Birçok kişi bir ulus oluşturmak için aynı soy, ırk, din ya da kültürden gelmek gerektiğini düşünür ki bu da tamamı ile yanlıştır. Bir araya gelerek siyasi bir birliktelik oluşturabilen halklara millet dendiği açıktır ve tarihteki ilk milli devlet Amerika Birleşik Devletleri bunun çok güzel bir örneğidir. Çok farklı soy, kültür ve dini inanç ya da inançsızlıktan gelen birçok halk bir araya gelmiş, siyasi bir birliktelik oluşturarak bir nation, ulus ya da millet oluşturmayı başarmış İngiliz monarşisine karşı savaşarak egemenlik hak ve özgürlüklerini elde etmeyi başarabilmişlerdir.

Cumhuriyetimizin kurucu önderi Atatürk’ün vatandaş için medeni bilgiler kitabı için kendi el yazısı ile kaleme aldığı millet tanımı: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” ifadesi de aslında bu tür bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

Milliyetçilik özellikle de 2. Dünya savaşı sonrasında savaşı başlatan Hitler ve Nazilerin dünya görüşü üzerinden yargılanarak adeta suçlu ve tüm kötülüklerin kaynağı ilan edilmeye çalışılmıştır. Bu son derecede yanlış bir kanaattir, bir ulus oluşturmak için saf ırk ve benzeri saçmalıklara, yayılmacı ve militarist politikalara hiç mi hiç gerek yoktur Amerikan Ulusu bunun en önemli örneğidir.

Milliyetçi ideolojiye sahip olanlar her zaman milli egemenlik hak ve özgürlüklerini:

Hanedan egemenliklerine
Dini egemenliklere
Diktatörlere
Tekellere
Yabancı egemenliklere
Karşı savaşarak elde etmiş ve savaşarak korumak zorunda kalmıştır. 

Sonuç olarak eğer kendinizi milliyetçi olarak tanımlıyorsanız devrimci bir ideolojiye sahip olduğunuzu ve bu yüzden de aynı zamanda muhafazakâr olamayacağınızı bilmeniz gerekir.

Bir milliyetçi muhafazakârlık ve bu çerçevede Osmanlıcılık ve dincilik yapamaz, diktatörcülük oynayamaz, başta da dediğim gibi kavramları doğru bilmek ve doğru kullanmak gerekir.