İnsanların kimlikleri, kişilikleri ve davranışları aynı zamanda iç dünyalarını da yansıtır.

İnsan egosu, baş edilemez ve çözülemez imge yumağı. Bunun nedeni, insanoğlu, var olduğundan daha büyük, daha zengin, daha akıllı ve daha güzel olmak arzusuyla yanıp kavrulmakta. İnsan yaşamına ve toplumun gelişmesine, hiçbir anlamda katı sağlamayan kof düşünce tarzının gereksizliğinin farkına varmadığı için de her fırsatta dile getirmekte bir sakınca görmüyor.

 Bu davranış biçimini, insanoğlunun kendisine olduğu kadar, yakın çevresine karşı da gizlemeye çalışsa da bir şekilde su yüzüne çıkıyor kendini gösteriyor.

 Sevdiklerimize ve kendimize yapılan tanımlamaların; bir hayvana, topluma ya da tarihe mal olmuş seçkin bir değere benzetilmesi ne kadar yerinde?

 

 Sosyal medyadan birbirimizi takip ettiğimiz, değerli düşünceleri olan ve bu düşüncelerini de kalemine yansıtan sevgili Nesrin Arıkan’ın bir yazı dikkatimi çekti ve izniyle buraya aldım.

 

Şöyle yazıyor;

"Slm çok tatlısın”, "slm çok güzelsin" mrb...vs. vs.

Bu coğrafyada sevilirken ve hitap edilirken her yurdum kadını Fino köpeği statüsüne indirgenerek ilgi görür. Karşılığında bu iltifatları yapanları "sahip" hissettirdiğince değer görür.

Sabah sabah messenger çöplüğüne daldım bu tür baya bi iltifat okuyarak geldim şuraya. ?

O kadar sevgisiz, iradesiz, bön bir toplum ki.

Kanmaya dünden hazırdır, kadını da erkeği de.

Kendinden eminlik eksik oldukça her güzelsin diyene inanan dişizadeler, her karizmasın diyen kadına inanan erkekzadeler toplamıdır bu ülke.

Kanmaktan enkazdır, kandırmaktan kurnazdır ona buna aymazdır, onu bunu duymazdır bu bönlük.

Babaannem bu bönlüğe "seme" derdi.

Seme demek,

Semer vurulmaya müsait olmak demek ki ?”

 

Sevgili, Nesrin Arıkan arkadaşın yazısı, diğer yazdıklarından da biliyorum ki, ciddi bir gözlemin, ayakları yere basan haklı değerlendirmesidir.

 

Eşimize, çocuklarımıza, sevdiklerimize ve diğer insanlara hitap ederken, o an hoşumuza giden ama karşınızdakinin nasıl karşılayacağından emin olmadığımız sözcükler…

 

Toplumun bireyleri, insanlara türlü sıfatlar kullanılmakta. Büyükler çoğu kez, uygun görmedikleri sıfatlar karşısında tepkilerini gösterebilirler.

 

Bana yabancı gelen, şimdiki deyimle “irrite eden” sözcükler özellikle çocukları ve torunları için kullanılan sözcüklere tepki göstermek şöyle dursun, ebeveynleri söylediği için hoşlarına bile gidebilir. Ya sonrası …

 

Bunlardan bazıları; kraliçe, kral, aslan, şahin, tosun, bey, paşa. Güzelliğini ve yakışıklılığını benzetirken, sahne sanatlarında; en güzel kadına, en yakışıklı erkeğe benzetmek…

Çocuklarımız büyüdüğünde belki de bugünkü hitap şekilleri akıllarına geldiğinde, rahatsız olacaklar. Örneğin dünya üzerinde savaşların, darbelerin uygulayıcısı paşalara benzetildiğini gördüğünde ya da darbe dönemlerinde paşalar tarafından işkenceye uğramış bir büyüğünün hikayesini dinlediğinde, Paşa’nın ne anlama geldiğini merak edecek. Övgü mü? Yergi mi? diye sorgulayacak.

Çocuk belgesel izliyor, karşısında aslan, hayvanları avlıyor, parça parça, kanları damlayarak avının etini dişleriyle koparıp yiyor.

 

Örneğin kralın karısı/kadını/eşi kraliçe. Seçkin, ayrıcalıklı. Elit tabakanın göz bebeği! toplumun büyük çoğunluğundan farklı ve bulunduğu toplumun maddi ve manevi değerlerini sömürerek tepelerde tepinen, gezinen birisi. Halbuki, sevdiklerimizi ismiyle çağırmak, var olan güzellikleriyle, becerileriyle ve kendi kazanımlarıyla “olduğu kadar/gibi” görmek ve olan sıfatıyla tanımlamak daha güzel olmaz mı?

 

Abartıdan ve ego’dan uzak bir yaşam dileğimle…