Her gün haberlerde aynı sahneleri görüyoruz. Daha on beşinde, on altısında çocuklar ellerinde bıçakla, sopayla birbirine saldırıyor.

Birisi toprağa düşüyor, diğeri cezaevine giriyor. En acısı da şu: Katil de çocuk, kurban da çocuk. Bu tabloya bakınca insanın içi sızlıyor. Çocukların oyun oynayacağı, ders çalışıp hayal kuracağı yaşta mezar taşına ya da hapishane duvarına mahkûm olması, hepimizin geleceğini karartıyor.

“Nasıl bu hale geldik?” diye sormadan olmuyor. Evde huzur yok, sokakta güven yok, okulda umut yok. Çocuk büyüyor ama sevgi görmüyor. Anne baba geçim derdine düşmüş, akşam eve gelince ya yorgun ya sinirli. Çocuğun yüzüne bakan, derdini dinleyen kalmıyor. Evdeki öfke, tartışma, kavga onların dünyasına gölge gibi düşüyor. Çocuk, sevgiyle büyümeyince öfkeyle yoğruluyor.

Sonra sosyal medya… Çocuk orada saatlerini geçiriyor. Bir bakıyorsun, kavga videoları, zorbalık, hakaret… Bir başkasını aşağılamayı eğlence sanıyor. İnternette gördüğü şiddeti gerçek hayata taşıyor. Mahallede, okulda en ufak laf kavgasında yumruk yetmiyor, bıçak çekiliyor. Çocuk,“erkeklik” ya da “güç” göstergesini şiddette arıyor. Oysa o yaşta oyun oynaması, hayal kurması gerekirdi.

Eğitim tarafı da eksik. Çocuğa sadece matematik, tarih, fizik öğretmek yetmiyor. Hayatı da öğretmek gerekiyor. Empatiyi, sevgiyi, sabrı kim anlatacak? Çocuk derste ezber yapıyor ama hayatta nasıl duracağını, öfkesini nasıl yöneteceğini bilmiyor. Okulun görevi sadece ders vermek değil, insan yetiştirmek. Ama bu yön ihmal ediliyor.

Bir de işin adalet boyutu var. 18 yaş altı için farklı cezalar var ama işlenen suçların ağırlığı arttıkça toplumda “bu cezalar caydırıcı mı?” sorusu yükseliyor. Bir yanda evladını kaybetmiş ailelerin “cezalar artsın” çığlığı, diğer yanda uzmanların “çocukları hapse atmak çözüm değil” uyarısı. Çocuk Cezaevi dediğimiz yerler, çoğu zaman onları hayata kazandırmak yerine daha da koparıyor. Bir çocuk oraya girdi mi çoğu zaman yeni bir suç düzenine sürükleniyor.
Peki çözüm ne? Bu mesele sadece devletin değil, hepimizin meselesi. Çocukları korumak, sahip çıkmak, toplumsal bir görev. Anne babalar sevgiyi ve ilgiyi eksik etmemeli, okullar çocuklara sadece ders değil, hayatı da öğretmeli. Belediyeler, dernekler çocuklara spor alanları, sanat kursları, üretim imkânları açmalı. Bir genç enerjisini futbola, tiyatroya, resme, müziğe harcarsa, bıçak taşımayı aklından bile geçirmez.

Medyanın da sorumluluğu büyük. Televizyon dizileri, sosyal medya paylaşımları şiddeti özendirmek yerine iyi örnekleri göstermeli. Çocuğun önüne sürekli kavga, kan, hakaret koyarsan, o da gerçek hayatı öyle sanır. Ama ona dayanışmayı, sevgiyi, paylaşmayı gösterirsen başka bir yol olduğunu öğrenir.
Bugün on beşinde bıçak sallayan çocuk, yarın bu ülkenin yükünü sırtlayacak. Onu kaybedersek sadece bir genci değil, geleceği kaybederiz. Çocukları suçla değil, sevgiyle büyütmek zorundayız. Yoksa her kaybedilen çocuk, aslında hepimizin kaybı demek. Bir toplumun en büyük sınavı, çocuklarına sahip çıkmaktır. Eğer bunu başaramazsak, geleceğin ışığını daha şimdiden söndürmüş oluruz.