68 kuşağı devrimci gençliği olarak Ankara sokaklarında ki her protesto olayımızda Frukoların arkasına saklanmış ülkücüler “Komünistler Moskova’ya” diye yırtınırlardı. Tabii ki onların alayından daha vatanperver olduğumuz için böyle bir kaçışla meydanı onlara bırakacak değildik ama… dolduruşlarına uyup veya Nazım Hikmet gibi köşeye sıkışarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne kaçanımız olsa sistem patlayınca nasıl Drazın düdüğü gibi açıkta kalırdı düşünsenize….

68 kuşağı devrimci gençliği olarak Ankara sokaklarında ki her protesto olayımızda Frukoların arkasına saklanmış ülkücüler “Komünistler Moskova’ya” diye yırtınırlardı. Tabii ki onların alayından daha vatanperver olduğumuz için böyle bir kaçışla meydanı onlara bırakacak değildik ama… dolduruşlarına uyup veya Nazım Hikmet gibi köşeye sıkışarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne kaçanımız olsa sistem patlayınca nasıl Drazın düdüğü gibi açıkta kalırdı düşünsenize….

31 Aralık 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin tarih sahnesinden ansızın ayrılışının sebeplerini hep merak etmişimdir. Merakımı akademisyen dostum Tiflis New Vision Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Profesörü Süreyya Yiğit mükemmel kapsamlı çalışmasını (kitap demek daha doğru olur) önüme koyarak giderdi. Hepimizin hayatına bir şekilde dokunmuş olan bu tarihi kırılmanın nedenlerini özetlemesini rica ettim kendisinden. Kılına dokunmadan paylaşıyorum sizlerle; “SSCB’nin “çöküş faktörleri” ekonomik, milliyetler, politik ve sistemik olarak adlandırılabilir. Uzun vadeli ekonomik faktör merkezi planlama kurumlarının devasa ekonomiyi düzenleyecek organizasyon kapasitesine sahip olmadığını; bu çıkmazın sistemi kademeli olarak reform edilemeyeceğini savunur. Kısa vadeli ekonomik faktör sistemik verimsizlikleri önemser: rekabet eksikliğinden dolayı düşük emek verimliliği, ve aşırı askeri harcamalar. Ekonomik faktör çalışmaları suçu Sovyet ekonomisine yükler ve sosyalizmin çöküşünü buna bağlar. Uzun vadeli milliyetler faktörü dağılmanın Sovyet “etno-federal” sisteminin yapısında koşullar perestroyka ve glasnost ile daha özgür hale geldiğinde, cumhuriyetçi politikacıların, Merkez’e karşı Sovyet milliyet politikasının retorik ve meşrulaştırıcı mitlerini etkili bir şekilde kullanması ile açıklar. Kısa vadeli milliyetçilik argümanları çöküşün 1980’lerin sonunda Birlik hükümetinin belirli yetersizliklerinden kaynaklandığını iddia eder. Merkezi yetkililerin ulusal çatışmalara siyasi olarak uygun şekilde aracılık etmekte başarısız oldukları ve yerel siyasi seçkinler tarafından iktidarlarını artırmak için kullanıldığını vurgular.

Uzun vadeli siyasi çöküş nedeni uluslararası çatışmanın Birliği’nin kaynaklarını tüketmesi ve onun terk edilmesi ile, seçkin uyumun altüst olmasına, sosyal yapının bozulmasına ve sosyalist sistemin esasen sınıf mücadelesine dayanan varoluş sebebinin kaybına yol açmasıdır. Kısa vadeli siyasi faktör çöküşe neden olan 1985 sonrası bağlamda ‘sağ – muhafazakar’, ‘sol – demokratik’ siyasi figürleri/güçleri ya da Gorbaçov’un her ikisiyle başa çıkmadaki yetersizliğini suçlar. Çöküşünün ‘sistemin’ doğasından kaynaklandığı görüşü akademik olarak daha az titizdir; sıklıkla tarih dışıdır. SSCB’nin ekonomik durumunu perişan, yönetiminin tüm meşruiyeti propagandaya, dünyanın geri kalanıyla iletişim eksikliğine ve devlet terörüne dayandırır. Bunu sürdürmek için gerekli kaynaklar tükendiğinde, SSCB çökmeye mahkum edilmiştir.”

Ne güzel komşumuzdun Fahriye abla misali rol modelimiz Sovyetler Birliği böyle uçtu gitti elimizden. Oysaki emperyalist Amerika karşısında bizi askerlerini Dolmabahçe’de denize dökecek kadar heyecanlandıran, yeşilli, sakallı bir avuç devrim savaşçılarını Havana’ya yürütüp soyguncu Batista rejimini iskambil kağıdından kale misali devirttiren, Enternasyonal eşliğinde bütün dünya gençliğine “emeğin sermayeye karşı savaşını verdirten” koskoca Berlin duvarı benzeri kale bir gecede yıkılıverdi. Bizim için kırılma noktası; Ayakkabısıyla Birleşmiş Milletler kürsünü döven Nikita Kruşçev bizi ve Fidel Castro’yu satarak bırakarak Amerika’ya karşı konuşlandırılmış nükleer başlıklı füzeleri sökdüğü gün yolun sonu gözükmüştü. “Sabah oldu uyandık al kanlara boyandık” devrimci marşları böyle yalan oldu…