Dış politikada 20.ci yüzyıla damga vuran birisi varsa o da herhalde Henry Kissinger’dır. Cumhuriyet’ten beş ay önce Bavyera’da Musevi bir ailenin çocuğu olarak dünya ’ya gelen Kissinger, Hitler’in Nazi Almanya’sını birebir yaşadı. Irkçı politikalardan kaçmak isteyen öğretmen babası tüm ailesi ile Amerika’ya göç etti ve New York’a yerleştiler. Eğitimini orada devam ettirirken yirmi yaşında Amerikan vatandaşı olarak askere gitti ve İkinci Dünya Savaşına katıldı. Almanca bildiğinden dolayı harp sonrası işgal kuvvetlerinde görev aldı ve Soğuk Savaş’ın başlangıcına şahit oldu. Amerika’ya döndükten sonra Harvard’da çok başarılı bir siyaset bilimi öğrencisi olarak göze çarptı ve akademik hayata atıldı. Eserleri ile ünlenen Kissinger, Cumhuriyetçi Parti’ye yakınlaştı ve siyasi kariyerine Başkan Nixon’un Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak adım attı ve Amerikan dış politikasına yön vermeye başladı. Kennedy ile başlayan ve Johnson yönetiminde tırmanan Vietnam Savaşında başrol oynadı.

Hava bombardımanına ağırlık vererek, özellikle de napalm kullanarak Amerika’nın devasa askeri gücü ile savaşı kazanmaya girişti. Hedefine ulaşmakta zorlanınca savaşa ortak olmayan sınır ülkeleri Laos ve Kamboçya’ya da havadan adeta ölüm yağdırılmasını önerdi. NATO müttefiklerinde özellikle öğrenci hareketleri bunu savaş suçu olarak adlandırarak geniş çaplı protestolara giriştiler. Tabii ki, Amerikan halkı da menfi gelişmelere uzak kalmadı ve ülke siyaseten bölündü. Bir yandan genç Amerikalılar zorunlu askerliğe karşı çıkıp askere gitmezken, Başkan Nixon tekrar seçilme endişesi ile dâhili siyasete ağırlık verirken Kissinger dış politikada tek adam oldu. Mao ve komünistler 1949’de iktidara geldiklerinde Amerika onları hukuken tanımayı reddetmişti. Çin’in resmi temsilcisi olarak hala Milliyetçi unsurları tanımaya ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey’inde onların yer almasını destekledi. Ta ki 1971’e kadar. Soğuk Savaş’ta Sovyetler Birliği’ni dengelemek amacı ile Çin’e açılımı Kissinger başlattı. Basından saklanarak gizlice Pekin’e gidip Mao ile görüştü. Stalin’in ölümünden sonra git gide bozulan ve arası açılan iki komünist ülke Amerika için bir fırsat yarattı ve Vaşington Çin Halk Cumhuriyet’ini resmen tanıyarak Sovyetleri yalnızlaştırmayı amaçladı. 1973’te hem Ulusal Güvenlik Danışmanı hem de Dışişleri Bakanı olan ilk şahıs oldu. Bakan olmadan on gün önce ise Şili’nin demokratik Cumhurbaşkanı Allende’nin askeri darbe ile devrilmesine öncü oldu. Sovyetlere karşı en etkili silah olarak kullanılan demokrasi Latin Amerika’da sanki geçerli değil[1]di. Kissinger’e göre seçimle gelen Marksist bir liderin meşru olmayan yollarla görevinden zorla ayrılmasında sakınca yoktu. Amerika arka bahçesinde buna izin veremezdi ve vermedi de. Bunu yıllar sonra soğuk savaşın mecburiyeti diye savunmaya devam etti. Nixon’un Watergate skandalından sonra istifa etmesi ile aynı görevleri Başkan Ford’un altında sürdürmeyi başardı. Etkisi görev süresi ile sınırlı kalmadı, hatta Trump’ı tek gerçek lider olarak tanımladı ve başkan olduğunda görüştü. Dünya sahnesindeki son etkinliği - yüz yaşında - temmuz ayında Xi Jinping ile buluşması olmuştu.
