22 Nisan 2025 Salı günkü yazımda Milli Eğitim Bakanlığı’nca, “Proje Okulu” kapsamındaki okullarda, üstelik ders yılının bitmesine iki ay kala, binlerce öğretmenin yerinin değiştirildiğini, Eğitim-İş Sendikası Genel Başkanı Kadem Özbay ve arkadaşlarının 15 Nisan 2025 tarihinde, Ankara Atatürk Lisesi önünde yaptıkları basın açıklamasına sonraki yazımda yer vermeye çalışacağımı belirtmiştim.

Türkiye,  tartışılması gereken insanların ürettiği sorunlarla boğuşmasını sürdürüyor.  Gündeme getirilen konuların  sadece başlıklarını vermeye çalışsak bile bu köşeye sığdıramayız. “Evimiz” bildiğimiz bu toprakların bu kadar yapay konuları ve vicdanla ilgili sorunları nasıl taşıyabildiğine şaşırmak gerekir. Toprak, su, hava, ormanlar, tarım alanları kirletiliyor, doğa adeta yağmalanıyor, iyi yürekli insanlar çirkin yapılarla karşı karşıya bırakılıyor. Türkiye’nin kapısına şu levhayı asmaya az kaldı. “Çevre Cehennemi”.

Sevgi ve dostluk dilini kullanmayanlar siyaseti de cehenneme çevirdiler. Bu cehennemde  eğitim, adalet, güvenlik, sağlık, yüz yüze iletişim, üretim ve paylaşım, insan hakları, hayvan hakları, doğa hakları konularında sorunsuz nasıl yaşanabilir, kan, gözyaşı ve her türlü şiddet nasıl önlenebilir?

Şiddet çeşitlerinin Türkiye’mizi çoklu cehenneme dönüştürmesine şiddetsiz yöntemlerle engel olunmalıdır. Kadın-erkek birlikte, örgütlü, iletişim ve dayanışma içinde.

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, arkadaşları ve tepki gösteren diğer  demokratik kitle örgütlerinin, velilerin, öğrencilerin  yapmak istedikleri, Türkiye’nin “ Eğitim Cehennemi” olmaması. Tüm cehennemlere, eğitim cehennemine hayır!

Eğitim-İş’in basın açıklamasına Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş’da katıldı.

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbey’in dile getirdiklerinden bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Bugün geldiğimiz noktada, kamusal eğitim ideali yerle bir edilmiş, Millî Eğitim Bakanlığı anayasal sorumluluğu olan eğitimde fırsat eşitliğini sağlama görevini açıkça reddeder hâle gelmiştir.

Bu ret, sadece sözde değil; uygulamada da kendisini göstermektedir. Bunun en somut örneklerinden biri de "proje okulları" adı altında sürdürülen politikadır.

2014 yılında, dönemin Bakanı Nabi Avcı tarafından 20 ilde 44 okulda başlatılan ve başlangıçta “ulusal ve uluslararası projelerin yürütüleceği okullar” şeklinde sunulan bu model, bugün itibariyle 2318 okula ulaşmış, kapsamı büyütülmüş ancak içeriği boşaltılmıştır. Proje okulları adı altında yapılan şey, açıkça eşitsizliğin kurumsallaştırılması, öğretmenin hukuki güvencelerinin yok edilmesi, eğitimde liyakatin ve yerleşik kültürlerin tahrip edilmesidir.

Bu sürecin mimarı, bugünün Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin. Daha 2014 yılında, dönemin müsteşarıyken söylediği şu sözler bugün yaşadıklarımızın habercisiydi:

“Mevzuatlar bize engel oluyor. Ama biz siyasi iradeyle hareket ediyoruz. Mevzuatlara rağmen bildiğimizi yapacağız.”

Ve yaptılar. Eğitimi KHK’lar ile yönetilir duruma getirdiler. Bugün öğretmenler kıyıma uğruyor, sürgün ediliyor. Okulların yıllardır oluşan iklimi darmadağın ediliyor. Öğrencilerin sınava aylar kala alıştığı öğretmenlerinden koparılması, eğitimde istikrarı yok ediyor. Bu bir proje değil, bir tasfiye operasyonudur.

Bu itiraf, aslında bütün bu sürecin siyasi ve ideolojik bir projenin ürünü olduğunu göstermektedir. Proje okulları uygulaması ile Bakan, 80 bine yakın öğretmeni doğrudan kendisi seçme ve atama yetkisini elinde toplamaktadır. Yani artık öğretmenlerin bilgi birikimi, başarı belgesi, akademik unvanı ya da hizmet puanı değil; Bakanın onayı belirleyicidir. Bu da açıkça, mülakat düzeninin öğretmen atamalarındaki yeni biçimidir.

Bu sadece hukuka aykırı değil, aynı zamanda eğitimin ruhuna, okul kültürüne, öğrenci-öğretmen ilişkisine ihanettir. Biz bu hukuksuzluğa dava açtık, uyarıyoruz bu süreci durdurun!

Öğretmenin oradan alınmasının objektif gerekçesi nedir?

Yıllarca görev yapan, başarı belgesiyle ödüllendirilmiş, yüksek lisans ve doktora sahibi öğretmenler hangi kriterle yetersiz görülmüştür?

Yerlerine atanacak kişilerin liyakatini kim ve neye göre belirlemiştir?

Aynı okulda yıllarca çalışan öğretmenleri bir gecede sürgün etmek hangi pedagojiye, hangi hukuk devletine, hangi kamu vicdanına sığar? Devlet memurluğu güvencedir.

Eğitim-İş olarak bir kez daha altını çiziyoruz: “Proje okulu” adı altında yürütülen bu uygulama, bir okul geliştirme projesi değil; siyasi iktidarın kendi memurunu, kendi neslini ve kendi toplumunu yaratma projesidir.

Köklü okulların emekle, alın teriyle, yılların birikimiyle yetiştirdiği öğretmenler bir bir tasfiye ediliyor. Bu sadece bir personel değişimi değil; bir hafızanın, bir kültürün, birikimin ve Cumhuriyet’in eğitim anlayışının sistemli biçimde tasfiyesidir.

Neden mi? Çünkü onların hedefi açık: Liyakatsizliği teşvik ederek biat eden kadrolar yaratmak, düşünmeyen nesiller yetiştirerek sorgulama kültürünü ortadan kaldırmak, Cumhuriyet'in temelini oluşturan laik, bilimsel ve kamusal eğitimi çökertmek.

Tüm öğretmenler için eşit ve adil atama sistemi istiyoruz!

Tüm öğrenciler için eşit ve nitelikli eğitim hakkı istiyoruz!

Öğretmenlerin sürgünle terbiye edilmediği, eğitimde liyakat ve hukuk ilkesinin esas alındığı bir sistem istiyoruz!”