Bu günkü resmi adı ile 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı…

Bu günkü resmi adı ile 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı…

Hâkimiyet-i Milliye Bayramı (önceleri 1 Kasım, sonra 23 Nisan), saltanatın kaldırılışının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM’nin açılışını ve egemenliğin padişahtan alıp halka vermesini kutlamak amacını taşımaktaydı.

23 Nisan tarihi 1921’de çıkarılan 23 Nisan’ın Milli Bayram Addine Dair Kanun ile Türkiye’nin ilk ulusal bayramı olmuştur. İlk kez ortaya çıkan bu bayramda ne ulusal egemenlikten ne de çocuklardan söz edilmekteydi. Zaten daha o yıllarda Osmanlı saltanatı hala kanunen hüküm sürmekteydi.

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla 1 Kasım, Hâkimiyet-i Milliye Bayramı (Ulusal Egemenlik Bayramı) olarak kabul edilmiştir. Daha sonraki yıllarda, TBMM’nin açılış tarihi olan 23 Nisan “Milli Hâkimiyet Bayramı” olarak kutlamış ve bu durum 1 Kasım’ın uzun vadede bayram olarak unutulmasına neden olmuştur.

1935’te bayramlar ve tatil günleriyle ilgili kanun değiştirilmiş ve “23 Nisan Millî Bayramı”nın adı “Millî Hâkimiyet Bayramı” haline getirilmiş, böylece 1 Kasım Hâkimiyet-i Millîye Bayramı ile 23 Nisan Millî Bayramı birleştirilmiştir.

23 Nisan’ın Çocuk Bayramı oluşu yine TBMM’nin açılışıyla ilişkili olmasına rağmen, tamamen ayrı bir bayram olarak gelişmiş ve 1981 yılına kadar da öyle devam etmiştir. Bayramın en son şeklini alışı ise 1981’de gerçekleşmiştir. Dönemin iktidarı bayramlar ve tatillerle ilgili kanunda yaptığı değişiklikle o güne kadar kanunen adı konmamış bir şekilde kutlanan bayrama “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adını vermiştir

Bu bayram ilk yıl dönümü olan 23 Nisan 1922’de bir askeri geçit töreniyle ilk meclisin önünde kutlanmıştı. Bu kutlamalar sırasında bir konuşma yapan Mustafa Kemal günün anlam ve önemi şu sözleri ile dile getirmiştir: “23 Nisan, Türkiye için milli tarihin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır. Bugün, bir cihan husumete karşı kıyam eden Türkiye halkının Türkiye Büyük Millet Meclisini vücuda getirme hususunda gösterdiği harikayı ifade eder.”

Milli mücadele yıllarında Mustafa Kemal’in Milli İradeye ve ulusal egemenliğe verdiği önem başından sonuna kadar hiç azalmadığı gibi Kurtuluş Savaşı sonrasındaki kuruluş yıllarında da aynen devam etmiştir.

Bugün bizim üzerinde hemen hemen hiç durmadığımız, durup düşünmediğimiz ulusal egemenlik kavramı aslında yüzyıllar süren ve son derecede kanlı geçen bir mücadele sonucunda elde edilebilen bir hak ve özgürlük olmuştur. Milliyetçi ideoloji en temelinde bir milletin egemenlik haklarına kavuşmasını ve o hakları korumasını temel almaktadır.

Bir toplumda egemen olmak toplumun yönetimi ve karar mekanizmalarında söz sahibi olmak demektir. Bu noktada milli egemenliğin ayrılmaz parçası bir millete kanun yapma, kural koyma hak ve özgürlüğünü veren laiklik kuralıdır. Dini kuralların ve kanunların geçerli olduğu bir toplumda milli egemenlikten bahsetmek asla mümkün değildir.

Osmanlı toplumu gibi feodal siyasi yapılarda egemenlik hakkı bir aileye ve o ailenin başındaki bir kişiye aittir. Osmanlı bir teokratik mutlaki monarşiydi, monarşinin başındaki padişah aynı zamanda halife olma sıfatı ile dininde başındaydı. Dünyevi ve uhrevi tüm iktidarın bir kişide toplanmasının yarattığı iktidar tekilleşmesi ve güç toplanması sistemi tıkamış, halkın memnuniyetsizliği durumunda iktidar hep şiddet yolu ile el değiştirmiştir. Osmanlı’nın çağdaşı olan toplumların gerisinde kalmasının en önemli sebebi Osmanlı İmparatorluğunun şiddet üzerine bina edilmiş kaygan ve dengesiz iktidar yapısı olmuştur. Osmanlı hanedanına mensup olan şehzadeler önce iktidara gelip padişah olabilmek için son derecede kanlı ve sinsi bir ölüm kalım savaşı vermek zorundaydı. Bu savaşı kaybeden sadece iktidarı değil çoğu zaman hürriyetini ve canını da kaybetmekteydi. İktidara geldikten sonra ise her padişah tüm vaktini, enerjisini ve zamanını iktidarda kalabilmeye harcamaktan toplumun sorunlarını çözmeye fırsat bulamamaktaydı. Dahası bu savaşın en önemli unsuru çoğu dönme devşirme köle olan şehzade anneleri Haseki Sultanlardı, çocuğunun iktidarı ve ölümü arasında ince bir çizgide harem siyaseti yapan bu anneler çatışmayı daima en üst seviyeye çıkarıyordu.

Açıkça söylemek gerekirse Cumhuriyet devrimleri arasında en önemlisi aslında bu egemenlik devrimidir egemenliğin bir ailenin tekelinden kurtarılarak halka devredilmesi, bu topraklarda binlerce yıldır yaşanan en büyük siyasi değişim ve halk açısından en büyük hukuki kazanımdır. Bu kazanımın unutulmayarak bayram olarak kutlanması ise Türk Milletinin hakkıdır, kutlu olsun…