“Balığın başını ve kuyruğunu kesmeye devam mı edeceğiz?”

Bir anne balığı pişirmeden önce başını ve kuyruğunu kesiyor. Kızı şaşkınlıkla soruyor:
-Anne, neden böyle yapıyorsun?
Anne cevaplıyor:
-Çünkü benim annem de böyle yapardı.

Torun merak ediyor, anneannesine soruyor:
-Peki anneanne, neden sen de böyle yaptın?
Cevap aynı:
-Çünkü benim annem de böyle yapardı.

En sonunda büyük büyük anneye soruluyor. O ise tebessümle, biraz da şaşkınlıkla şunu söylüyor:
-Ah yavrum, 1950’lerde tavam küçüktü. Sığmadığı için başını ve kuyruğunu kesmek zorunda kalıyordum. Hepsi bu. Ne bir gelenekti ne bir tarif, sadece küçücük bir tavanın çaresizliğiydi.

Bugün Türkiye’ye baktığımızda, bu hikayede saklı olan dersin ne kadar yakıcı ve doğru olduğunu görüyoruz.
Çünkü biz de balığın başını ve kuyruğunu kesmeye devam ediyoruz.
Yıllardır aynı yöntemlerle, aynı sözlerle, aynı reçetelerle sorunlarımızı çözmeye çalışıyoruz.
Ama her seferinde sonuç aynı, israf edilen sadece balığın başı değil, bu milletin emeği, umudu ve geleceği.

Türkiye’nin küçük tavaları, büyük büyük annenin 1950’deki küçük tavası, bugün bizim hayatımızın her alanında karşımıza çıkan dar kalıplara benziyor. Sorunlarımızı o kalıplara sığdırmaya çalışıyoruz. Ama hayat değişiyor, dünya değişiyor, gençler değişiyor, biz hala o küçücük tavanın içine koca bir toplumu sıkıştırmaya uğraşıyoruz.

Bugün Türkiye’de de durum farklı değil…
✔️Hayatta: Milyonlarca insan sabahtan akşama kadar çalışıyor, yine de geçinemiyor. “Böyle gelmiş, böyle gider” anlayışı süreç değişmiyor.
✔️Dinde: İnancı kalıplara sıkıştırıyor, sorgulamaktan korkuyoruz. Okumuyoruz…Oysa din özgürleştirmesi gerekirken, kalıplaştırılmış geleneklerle daraltılıyor.
✔️Kültürde: Sanattan eğitime, aileden toplumsal hayata kadar gençlerin soruları bastırılıyor. “Biz böyle gördük” tek gerekçe oluyor.
✔️Hükümette: Yönetim biçimleri, politikalar, adalet anlayışı… Yıllardır aynı. Dünya dönüşüyor, ama biz hala “tavamız küçük” diyerek koskoca toplumu aynı kalıba sıkıştırıyoruz.

Bir milletin sorduğu sorular bugün milyonlarca insan hayatın ortasında, tıpkı o torun gibi, aynı soruları soruyor…
🤔Ben sabahtan akşama kadar çalışıyorum, neden geçinemiyorum?
🤔Benim çocuğum niye kendi ülkesinde hayal kuramıyor da bavulunu yurtdışına açıyor?
🤔Neden bir kadın sabah evinden çıkarken ‘acaba akşam eve sağ dönebilir miyim?’ korkusunu yaşıyor?
🤔Neden adalet, gücü olana kalkan, güçsüz olana yük oluyor?
🤔Neden siyasetin dili, yüzü, kadroları değişmiyor? Neden hep aynı şarkı tekrar tekrar çalınıyor?

Bu sorular aslında çok basit. Ama cevapsız bırakıldıkça bir ülkenin yüreğinde büyüyen derin bir yara oluyor.

1950’nin reçetesiyle 2025’in yarını olmaz, bugün hala 1980’lerin reçetesiyle ekonomiyi ayağa kaldırmaya çalışıyoruz.
1990’ların siyaset tarzıyla bugünün gençlerini ikna etmeye uğraşıyoruz.
Yüzyıllar öncesinin anlayışıyla bugünün kadınlarına, çocuklarına, gençlerine yaşam alanı açmaya kalkıyoruz.
Ama olmuyor.
Çünkü dünya başka bir yere giderken, biz hala küçük bir tavada koca bir geleceği pişirmeye çalışıyoruz.

Küçük tavada pişen her balık, aslında geleceğimizin başı ve kuyruğu kesilerek sofraya geliyor.

Artık “Neden?” Demenin vakti, belki de en büyük cesaret, “Bizim annemizden böyle gördük” demek değil,”Artık böyle yapmak zorunda değiliz” diyebilmektir.

Çünkü gerçek israf balığın başı ya da kuyruğu değil, çocuklarımızın geleceği, emeklilerimizin umudu, kadınlarımızın güvenliği, gençlerimizin hayalleri.

SONSÖZ
Her milletin bir dönüm noktası vardır. Bizimki de belki bugünlerde, küçük tavalara sığdırılmaya çalışılan koca bir geleceğin eşiğinde yaşanıyor.

Artık şu soruları cesaretle sormamız gerekiyor.
🤔Neden bu kadar çok çalışıp yine de geçinemiyoruz?
🤔Neden gençler başka ülkelerde şans arıyor?
🤔Neden kadınlar hala şiddetin gölgesinde yaşıyor?
🤔Neden adalet herkese eşit değil?
🤔Neden siyaset hep aynı yüzlerle, aynı sözlerle dönüp dolaşıyor?

Cevapları erteledikçe kaybediyoruz. Çünkü 1950’nin küçük tavasıyla 2025’in büyük yarınları kurulmaz.

Sormadığımız her “neden” geleceğimizin başını ve kuyruğunu kesmek demektir.