Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı son verilere göre Türkiye’nin brüt dış borç stoku 450 milyar dolara ulaşmış bulunmaktadır. Bu borç stokunun milli gelire oranı ise yüzde 62,8 olarak hesaplanıyor. Böylece borçluluk oranında yeni bir rekor kaydedilmiş bulunuyor.

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı son verilere göre Türkiye’nin brüt dış borç stoku 450 milyar dolara ulaşmış bulunmaktadır. Bu borç stokunun milli gelire oranı ise yüzde 62,8 olarak hesaplanıyor. Böylece borçluluk oranında yeni bir rekor kaydedilmiş bulunuyor.

Borç stokunun milli geliri bize borcun büyüklüğü ile ilgili bir kıyaslama olanağı vermiş olsa da borcun geri ödenebilirliği ile ilgili yaşamsal bilgiyi vermez. Bir ülkenin kendi basmadığı bir para birimi yani döviz ve yahut da altın gibi karşılığı olan borçları geri ödeyebilmesi için döviz kazanması gerekmektedir. Döviz kazanamayan bir ülkenin döviz borçlarını geri ödeyebilmesi ise hiç bir şekilde mümkün değildir.

Döviz kazanmak için öncelikle dış ticaret fazlası elde etmek lazımdır, döviz kazandırıcı ekonomik faaliyetlerin, döviz harcamaya neden olan ekonomik faaliyetlerden fazla olması gerekir ki döviz biriktirip döviz ile olan borçlar ödenebilsin.

Türkiye’nin borç sorunu hakkında konuşurken elbette dikkate almamız gereken bir diğer gerçek de devletin döviz bazından vermiş olduğu hazine garantileri ve yapmış olduğu ihalelerdir. Borçluluk tablolarında elbette enerji, ulaştırma ve sağlık alanında verilen böyle garantileri görmüyoruz. Oysa Prof. Dr. Uğur Emek’in hesabına göre Yap İşlet Devret Projeleri kapsamında verilen döviz bazlı hazine garantilerinin toplamı 157 milyar dolar seviyesindedir. Bu bir finansal borç değilse de bir kefalet ve sözleşme borcudur. Dahası özel sektör bu kefaleti ya da garantiyi teminat olarak göstererek yurt dışından borçlanmış projelere öyle kaynak sağlamıştır, yani esas itibari ile özel sektörün bu tip borçları da devletin borcu olarak görülmelidir.

Bu tip borçlarda sistem şöyle işliyor örneğin siz bir HES, GES, BES, JES ya da RES kurmak istiyorsunuz devlet size bu tesisi kurup ve enerji üretince ben ürettiğin elektrik enerjisinin kilowat saatini şu fiyattan alacağım diye döviz bazlı bir garanti veriyor. 2021 Öncesi için YEKDEM garantileri şöyle, 30 Haziran 2021 tarihine kadar işletmeye girecek olan YEK belgeli elektrik üretim tesislerine 10 yıl süresince, işletmeye girdiği tarihten itibaren (yerli aksam desteği hariç) kilovatsaat başına :

Hidroelektrik (HES) 7,3 cent/kWh

Rüzgar (RES) 7,3 cent/kWh

Jeotermal (JES) 10,5 cent/kWh

Biyokütle (BES) 13,3 cent/kWh

Güneş (GES) 13,3 cent/kWh

Nükleer Santral (NGS) 12.35 cent/kWh olacaktır.

(Resmi Gazete`de 30 Ocak 2021 tarihinde yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile “ödemelerde Türk Lirası`na geçilmesi” kararı açıklanmıştı, bu karar elbette gelecekteki projelerin yaratacağı döviz borcunun artması sorununu engellenmesi açısından doğru bir karardır, lakin geçmişte oluşturulan borç stokuna bir faydası yoktur.)

Bu projeleri yapan şirketler, devletin bu döviz bazındaki alım garantilerini teminat olarak göstererek kolayca yurt dışından döviz kredisi bulmaktadır. Peki bu durumda bu borcun gerçek borçlusu kim oluyor? Elbette hazine, yani devlet, lakin biz bu borçları borçluluk hesaplarında neden göremiyor ve neden dikkate almıyoruz?

EMO sadece Akkuyu Nükleer Güç Santrali için 15 yılda 35 milyar dolar tutarında bir garanti verildiğini hesaplamaktadır. Bu çok ciddi bir tutardır, peki neden borç hesabına yazılmıyor?

Üstelik böyle döviz bazlı hazine garantileri sadece enerji sektöründe değil, ulaştırma ve sağlık sektöründe de bol bulamaç verilmiş bulunmaktadır. Şehir hastahaneleri, otoyollar, köprüler, tüneller ve havalimanları hep bu yöntemle yapılmıştır.

Sonuç itibariyle Türkiye’nin dövize bağlı borç stoku sadece finansal dış borçlardan ibaret değildir ve zannedilenden çok ama çok daha yüksektir. Daha da kötüsü devamlı olarak cari açık veren ve döviz kazanamayan Türk ekonomisi mevcut döviz borçlarını ve bu borçların faizlerini de ancak yeni borç bularak ödeyebilmektedir, ithalat yapabilmek için gerekli olan döviz dahi borçlanma ile sağlanabilmektedir.

Gidişat fevkalade tehlikelidir, bu durum hiçbir şekilde sürdürülebilir değildir. Türkiye her an bir ödeme krizine sürüklenebilir. Bu o kadar alenidir ki CDS primleri bir türlü makul bir seviyeye düşmemektedir.