Birey, toplumun en küçük nüvesidir. Bireyler aileyi, aileler mahalleyi/köyü, köyler/mahalleler, ilçeleri, ilçeler şehirleri, şehirler ülkeleri ve ülkeler dünyayı oluşturur.

Bu etkileşim ve birliktelik önce sayısı az toplulukların sonra da kalabalıkların ahlâk biçimini yaşam biçimini, ekonomik ve sosyal yapısını oluşturur. Bireyden başlayan anlayış biçiminin topluluklara sirayet ettiğine göre “dürüstlük” kavramı ve yaşamı bireyden başlıyor demek ki.

Şu soru sorulabilir. Ülkeler, sınırlarla ayrılmış olmasaydı bir insanın davranış biçimi dünyayı etkileyebilir miydi?

Elbette bir kişinin tüm dünyayı etkileme gibi bir gücü yok ancak dünyanın her yerinde (kentleşmemiş kabileler hariç) geçerli olan “meta/para/kapital” dünyanın davranış biçimini belirlemeye muktedir. Ben birileri gibi! ekonomist olmadığım için konunun bu boyutuna girmeyeceğim. Konuya ahlaki ve insani yanından bakacağım.

Zaman zaman ailelerde ve ülkelerde olup bitenler bakınca nasıl bir insan, nasıl bir aile yapısı diye kendime sormadan edemiyorum.

Her türlü yalanı, iftirayı, ahlaksızlığı, hırsızlığı yapıp aile bireylerinin yüzüne nasıl bakabiliyorlar acaba?

Özellikle politikacılar ve din adamları; topluma söyledikleriyle yaşam tarzlarındaki farklılığı/çelişkiyi çocuklarına, eşlerine nasıl izah ediyorlar, onların yüzüne nasıl bakabiliyorlar?

Aile bireyleri, yapılan yanlışları kavrayamayacak IQ’ya mı sahiptiler? Sorular soruyorlar mıydı? Ya da en kötüsü, çocukları arkadaşlarının yanında ailelerinden söz edildiğinde yüzleri yere eğiliyor muydu? Maalesef o kadar çok sorulacak soru var ki. Gerek bireysel gerekse toplumsal olarak ne sormaya cesaretimiz var ne de sorunun cevabını verecek erdemli insanlar.

Dünyanın pek çok yerinde “benim düşünceme göre” kötü insanlar yönetimlerde ve almış başını gidiyor sonu belli olmayan bir yere doğru.

Aydınlık yarınlara olan umudumun direnci ve bilinciyle; Nazım Usta’nın bir şiirini koyayım şuraya:

ELLERİNİZE VE YALANA DAİR

Bütün taşlar gibi vakarlı,
hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
bütün yük hayvanları gibi battal,
ağır ve aç çocukların dargın yüzlerine benzeyen elleriniz.
Arılar gibi hünerli hafif, sütlü memeler gibi yüklü, tabiat gibi cesur
ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz.

Bu dünya öküzün boynuzunda değil, bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.
Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
yalanla besliyorlar sizi, halbuki açsınız, etle, ekmekle beslenmeğe muhtaçsınız.
Ve beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya, göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.


İnsanlar, ah, benim insanlarım, hele Asya’dakiler, Afrika’dakiler,
Yakın Doğu, Orta Doğu, Pasifik Adaları ve benim memleketlilerim,
yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu, elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,
elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim,
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır, kolay atlatılırsın...

İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ay ışığı,
ses yalan söylüyorsa,
söz yalan söylüyorsa,
ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.

Yalansız, riyasız, iftirasız insanlarla karşılaşmanız dileğimle, iyi günler diliyorum.