Bir öğretmen, bir dava insanı, bir hukukçu Şenal Sarıhan’ın Savunma Kürsüsünde “Bir Siyasi Dava Avukatının Anıları” kitabını okudum. 03.12.2023 tarihinde Ankara 19. Kitap Fuarında imzaladı ancak okuma sırası yeni geldi.
Bazı hayatlar vardır ne yazmakla ne de okumakla tamamını öğrenemezsiniz. Uzaktan izlediğinizde, haberlerde gördüğünüzde “bizden biri” dersiniz. Şenal Sarıhan’ı; dünya görüşü, mücadele anlayışı, nahif ve dik duruşuyla uzaktan uzağa hep sevdim. Meclis Kürsüsünde, Savunma Kürsüsünde hep sıcak ve abla duygusu verdi bana. Ankara’nın serin 1 Mayıs’ında sıcak 2 Temmuz’unda çoğu kez yürüyüşlerde karşılaştım. Kalabalık yoğunluk gereği selamsız geçtiğim zamanlar da oldu, hâl hatır sorduğum zamanlarda. Oturup baş başa sohbet etme fırsatı ancak 19. Kitap fuarında oldu.
Savunma Kürsüsünde “Bir Siyasi Dava Avukatının Anıları” kitabını okurken 12 Eylül günlerine döndüm. İnançları için yaşamlarını ortaya koyan, inançlarından ve canlarından başka ortaya koyacak bir şeyleri olmayan kondu çocuklarının aileleri 12 Eylül Darbecilerinin zindanlarından çocuklarını kurtarmak için varını yoğunu ortaya koyarak savunmasını yapmaya avukat ararken, pek çok avukatın siyasi dava diye çekindiği dönemde, sahipsiz anne babaların, tutsak yakınlarının, carına yetişen avukatlardan, hukuk insanlarından bir tanesi de Şenal Sarıhan’dı.
Kitabı okurken duygudan duyguya geçiyor, gâh ağlıyor gâh gülüyorsunuz. Bu kadar dar köşede kitabın hangi yanından söz etsem diğer yanı eksik kalacağı düşüncemi sizlerle paylaşdıktan sonra; kitabın içindeki “Şenal Sarıhan’ı Koruma Çetesi’nden bir bölüm ve kitabın arka kapağındaki değerlendirmeyle yazıma son vermek istiyorum. Şenal Hocama sağlık ve sıhhatle uzun ömür diliyorum.
“Ortaokul öğrencileri, küçüktüler. 12 Mart’ta uzun süre tutuklu kalmış, sonra bizim gibi şartlı salınma ile bırakılmış olan Fikri Sönmez’in oğlu Naci de öğrencilerim arasındaydı. Yaşıtlarından daha da minyondu. Sıkıyönetim döneminde, Kızıldere olayları nedeni ile Fatsa’da pek çok ailenin payına şiddetten ağır paylar düşmüştü. Babaları, anneleri cezaevine girmiş salt bu nedenle minicikken polis, işkence ve cezaevi hikâyelerine tanık olmuş acılı öğrencilerim de vardı. Kendi babaları, anneleri, ağabey ve ablaları ile aynı kaderi paylaşmış olan cezaevi çıkışlı Şenal öğretmeni bu nedenle de seviyorlardı. Teneffüslerde hep etrafımda idiler. Akşam ders bitimlerinde adeta benimle yürüyor ya eve ya da derneğe girene kadar etrafımdan ayrılmıyorlardı. Kimi zaman önünde deniz uzanan okulumuzun hemen karşısındaki banklara ya da yerlere kumların üzerine oturuyor, sohbetler yapıyorduk. Okul çıkışı olan bu sevgi dolu kuşatma sabah okula gelişlerimde doğal olarak olmuyor ve meydan Oktay’a kalıyordu.
Bir sabah, evden okula gitmek için çıktığımda her sabah peşimde olan Oktay yine beni izlemeye ve artık ezberlediğim tehditlerini sıralamaya başladı. Onu duymamaya çalışarak yoluma devam ederken birden arkamdan yükselen bir erkek çığlığı ve gürültüleri duyarak geri döndüm. Arkamda beni şaşırtan bir manzara vardı. Çığlıklar, Oktay’a aitti. Başlarında Naci Sönmez’in olduğu dört-beş öğrenci, yere düşmüş olan Oktay’ın üzerine çıkmış, neresi gelirse tekme atıyor adeta onu çiğniyorlardı. “Bir daha mı? bir daha mı Şenal öğretmeni takip etmek?” sesleri duyuluyordu. Çocuk haykırışlarıydı bunlar. Hemen yanlarına koştum. Silahlı olduğunu bildiğim Oktay, onlara zarar verebilirdi. Gürültü, okulumuzun hemen yanında olan karakoldan da duyulmuş ve birkaç polis yanımıza koşarak gelmişti. Çocukları ve Oktay’ı alarak karakola götürdüler.
Ben ve o sırada olayı görmüş öğrencilerle biz de karakola gittik. Benim sevgili çocuklarım, neden böyle yaptıklarını hiç çekincesiz anlatıyorlardı. Oktay’ın benim peşimde olduğunu ve beni tehdit ettiğini biliyorlarmış. Beni korumak için “Şenal Sarıhan’ı Koruma Çetesi” kurmuşlar. Bugün de ayağına çelme takarak onu düşürüp, üzerine çıkarak ona ders vermişler. Çocukları sürekli uyarıyorum: “Çete değil, çete değil” diye. Onlar, çetenin iyi bir sözcük olduğu kanısındalar. Neyse ki onları derse almayı başarıyorum.”
“Sabah 09.00’da başlayan Mamak duruşma ve görüşmelerinden ya saat 24’e kadar ya da akşam saatlerinde gün batımında dönüyorum. Ben Mamak’ta yaşıyorum aslında. Başka bir ülkede gibiyim. Akşam, şehir otobüsü Dikimevi’ne geldiğinde sanki tarih değişiyor ve karanlık bir âlemden aydınlık başka bir ülkeye düşüyorum. Garip bir duygu bu. Arkamda bambaşka bir dünya kalıyor. Orası cehennem! Bu duyguyu neden Dikimevi’ne geldiğimde hissediyorum, bilmiyorum. Başka bir ruh hali. Mamak’ı unutmak istiyorum. Olmuyor. Eve gelince oğullarımı öpmeyi, eşime sarılmayı hak görmüyorum. Aramıza Mamak’ta bırakılmış yüzlerce yüz giriyor. Gece olup eve vardığımda yeniden yüreğim kanamaya başlıyor. Yüzü pencereye yapışık her gece benim yolumu bekleyen Emre, sokakta beni görür görmez kardeşine “Annemiz geldi! Yaşasın annemiz geldi!” diye sesleniyor. Oğullarıma sarılmak içimi acıtıyor. Mamak’takiler, çocuklarını koklayamaz, eşlerine, annelerine, yakınlarına sevdiklerine sarılamazken çocuklarıma sarılmayı hak görmüyorum. Yüreğim yanıyor.”
Şenal Sarıhan’ın, 68 kuşağının yurtseverlik bilinciyle başladığı öğretmenlik mesleği, 12 Mart 1971 sıkıyönetim döneminde onu cezaevi ile tanıştırır. Aynı dönemde Sağmalcılar Lisesi’nden kendi öğrencileri ile birlikte girdiği üniversite sınavında hukuk fakültesine girme hakkı da kazanmıştır. Dönemin siyasî tutuklularının 74 affı ile özgürleşmesinden sonra hukuk fakültesini bitirir. Bir siyasî dava sanığı olarak yaşadıkları onu siyasî dava avukatı olmaya yönlendirir. Bu kitapta, bir kadın avukatın, insan hakları ve kadın hakları mücadelesinin öyküsünü okuyacaksınız. Bu öykü, aynı zamanda 12 Mart, 12 Eylül ve 90’lı yıllar olarak bilinen olağanüstü hâl dönemleri yargılarına tanıktır.
