Bir kent düşünün. 

Milyonlarca insanın, gün boyu süren hareketli yaşamına karşın, sabah ve akşam saatlerinde bile trafik tıkanmıyor; kentin, bir ucundan öteki ucuna, en çok 45 dakikada ulaşılabiliyor, bir caddesi kapandığında bir başka caddesi -biraz sıkışık da olsa- oradaki yükü üstlenebiliyor. 

İş günlerinde yollarda işsiz insanlar değil, işleri için bir yerden bir yere gidenler, çocuklar, gençler ve turistler görülüyor. Herkesin işi ve gelecek güvencesi var, “yarın” endişesi yok.

O kentte yatırım yapmak isteyenler, nerede ne yapabileceklerini biliyor ve geleceğe dönük işlerini ona göre programlıyorlar 

O kentte, gece-gündüz sokakta tam güvenlik sağlanmış, gece aydınlatması kusursuz. Kişi başına düşen 10 m2 yeşil alan her mahalleye dengeli biçimde dağılmış. Cadde ve sokaklar düzenli olarak temizleniyor, kimse sokağı çöp atılabilir, tükürülebilir yerler olarak görmüyor. 

Yaya geçitlerinde, trafik ışığı olsun olmasın, engelli/engelsiz tüm yayalar güvenle karşıya geçebiliyor. Yaya ulaşımı engelliler gözetilerek düzenlenmiş. Kaldırımların yüksekliği insanları engelli koşuya hazırlayan ölçülerde değil ve hiçbir araç sahibi, bunu fırsat bilerek arabasını kaldırıma çıkarıp bırakmıyor. 

Kaldırımlara büfeler yerleştirilmemiş; esnaf, dükkanının parçasıymış gibi gördüğü kaldırımı işgal etmiyor. 

Araç sürücüleri, trafikte ötekilerle “rakip değil ortak olduklarının” bilinciyle davranıyor.    

Toplu taşıma araçları, her zaman bakımlı, temiz ve günün her saatinde önceden ilan edilmiş programa uygun olarak çalışıyor. Araç sürücüsü ile yolcular birbirleriyle saygılı bir ilişki içindeler. 

O kentte, açıkta yiyecek satılmıyor; açık alanlar, alışveriş bölgeleri seyyar satıcıların egemenliğine terk edilmemiş; zaten seyyar satıcı da yok. Vitrinlerde ve raflarda her malın fiyat etiketi var. Satıcı ve müşteri arasındaki anlaşmazlıklarda başvurulacak kurumlar en kısa sürede erişilebilir noktalarda konumlanmış, her başvuru en kısa sürede sonuçlandırılıyor. 

Yaşamın hiçbir alanında “gücü gücü yetene” kuralı işlemiyor; her yerde yazılı hukuk kuralları egemen.

O kentte, hiç kimsenin dilediği yerde dilediği gibi inşaat yapmasına, hazine arazilerini işgal etmesine göz yumulmuyor; hiç kimse için parasının yettiği büyüklükte yapı yapmasına olanak sağlayan plan değişiklikleri yapılmıyor.

O kentte, kentlilerin yaşamını etkileyen kurallar, herkese eşit biçimde ve ödünsüz uygulanıyor. Kimse, kimsenin hakkını ve hukukunu çiğnemiyor; buna ters eğilimler asla hoş görülmüyor.

O kentte, kent yönetiminin bütün iş ve işlemleri, ilgilenen kentlilerin incelemesine açık bir saydamlık içinde yürütülüyor.

Kentlerimiz neden böyle olmasın? 

Üstelik ülkemizdeki hukuk sisteminin kent kurgusu ve kentteki yaşam varsayımı tam da böyledir. Burada sayılanlar ve daha da fazlası yürürlükteki yasalarımıza göre kentlerimizde olması gerekenlerdir ama yaşadığımız kentlerde bunların pek çoğu bulunmaz. O zaman da akla şu soru takılır: 

ÜLKEMİZDE YASALAR VE YÖNETMELİKLER NEDEN UYGULANMAZ YA DA UYGULANMAYACAKLARSA BUNLAR NEDEN ÇIKARILIR Kİ?

Oysa merkezi ve yerel yönetimler bu yasal çerçeveye bağlı kalsalar, ilgili hükümleri kararlılıkla uygulasalar kentlerimiz kısa sürede bu özellikleri kazanacaktır. Ancak bunun ön koşulu, tüm kentlilerin, böyle kentler istediklerini tercihleri ve seçimleriyle ortaya koymalarıdır.