AKP mensuplarının kendilerine yöneltilen eleştiriler karşısında hemen hemen daima ama yol yaptık diye icraatlarını savunması, savunmayı bırak göklere çıkarması artık insanları gülümseten bir vaka-i adiye haline gelmiştir.
AKP mensuplarının kendilerine yöneltilen eleştiriler karşısında hemen hemen daima ama yol yaptık diye icraatlarını savunması, savunmayı bırak göklere çıkarması artık insanları gülümseten bir vaka-i adiye haline gelmiştir.
Her ne kadar yapılan yollardan, köprülerden, tünellerden geçmeye ve o yollarda kullanılacak otomobillerin deposunu doldurmaya güç yetmese de onlar bu söylemlerini sürdürmeye ısrarla devam etmektedirler.
Son 20 yıldır ülkemizde iktidar olan AKP’nin asfalt dökmeye, beton dikmeye çok meraklı olduğu, bu uğurda ne tarım, ne doğa ve ne de sit engeli tanımadığı hepimizin malumudur. AKP’nin müteahhit aşkı da bilinen bir gerçek, lakin bu bir başka makalenin konusu olsun, bu makalede asfalt beton kemirerek yaşanamayacağı gerçeğine odaklanmak istiyorum.
Hiç şüphesizdir ki AKP iktidarının en başarısız olduğu konu tarımdır. Hatalı tarım politikaları çift çubuk bozdurmuş, besiciye malını sattırmış sonuçta memleketi ithalata mecbur ve hatta mahkûm bırakmıştır.
Paramız var, olmasa da ne olur, nasılsa kolayca borç bulabiliyoruz, üretemezsek ithal ederiz kolaycılığı tarımsal üretimi çökertmiş bulunmaktadır.
İktidar gün gelip paran olsa dahi ithal edebilecek ürün bulamayabileceğini hesap etmemiş bulunmaktadır.
Yıl içinde ve yahut da üç beş yıl içinde olağanüstü durumlara yol açabilecek doğal ya da insani krizlerin çıkma olasılığı düşük olsa da orta, uzun vadede böyle şeylerin olacağı kesindir. Akıllı devletler bu gibi krizler için tedbirler alır, zor günlerde vatandaşlarının aç biilaç, çaresiz kalmaması için gerekli stratejik stokları bulundurur.
Basiretli devlet adamları gıda, sağlık ve enerji gibi stratejik sektörlerde üretimin aksamamasını, ihtiyaç ortaya çıktığında talebin karşılanmasını sağlayacak önlemleri alırlar.
Bu önlemler salt kar/zarar hesabına dayandırılamaz çünkü bu önlemleri almamak gün gelir karşınıza yaşam/ölüm, özgürlük/esaret gibi bedeller ile çıkabilir.
Devletleri şirketler gibi kar/zarar hesabı ile yönetmeye kalkan sığ akıl sonuçta çok ama çok ağır bedeller ödenmesine yol açabilir.
Bu gün gelinen noktada tarımsal üretim yapanlar zarar etmekte, çiftçi bağını bostanını terk etmekte, çiftini çubuğunu bozup büyük kentlere göç etmektedir. Besicinin durumu ise daha da vahimdir ithalat ile terbiye edilmeye çalışılan üretici zarar etmekte besicilikten vazgeçmektedir.
Tarımsal üretim diğer sınai üretim gibi değildir, en nihayetinde canlı nesneler hayvanlar ve bitkiler sayesinde üretim yapıyorsun öyle anlık tedbirler ile kolayca yönetilip yönlendirilebilecek bir alan değil ki. Bu gün eksen yetişmesi aylar alır, bu gün doğsa et, süt vermesi zaman meselesidir yani öyle ham hum şarolop çözümler ile üretimi artırmak, ihtiyacı karşılamak mümkün değildir.
İşin bir diğer zorluğu da tarımsal üretimin karakteri gereği emek yoğun fedakârlık gerektiren bir sektör olmasıdır. Ayrıca ekmek biçmek, dikmek yetiştirmek, bakmak beslemek çok ciddi bir bilgi birikimi gerektirir.
Şehirden sıkıldım, gideyim köyde yaşayayım üç beş ağaç diker, koyun keçi tavuk besler, temiz havada taze süt, yumurta, domates, biber, hıyar yer içerim hevesine kapılıp eline yüzüne bulaştıran, bıkıp usanıp kente geri dönüp bunları marketlerden satın almaya başlayan çok kişi tanıdım.
Örneğin inek candır, sabahın köründe kalkıp sağacak otunu, yemini, suyunu vereceksin ve üstelik öyle hafta sonu tatilim var ben bu gün çalışmam deme lüksünde yol inek, koyun, keçi mazeret dinlemez ağırda beklemez gidip sağacaksın.
Sonuç olarak rahmetli anneannem üç savaş görmüş bir kadıncağızdı, lokmayı sofrada, yemeği tabakta bıraktığımızda çok kızar biz harp gördük “Allah kimseyi açlıkla sınamasın” derdi. Bu sözü hep kulağıma küpe olmuştur. Demedi demeyin tarım sektöründe üretimi başaramazsak aç kalırız aç, sonra o betonu asfaltı kemirerek hayatta kalmamız da mümkün olmaz…