Alanya’da 8 Ocak 2011 günü bir toplantı yapılıyor. Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün, valilik basın ve halkla ilişkiler müdürleri ile il emniyet müdürlükleri pasaport şubesi sorumlularına yönelik bu toplantıya o tarihte AKP iktidarının Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da katılıyor.

Arınç Alanya’da, gazetecilerle kahvaltı yapıyor ve soruları yanıtlıyor.

Bir devlet adamı edası içinde “ciddiyetle, espri arasında” konuşma yapan kişiliği ile tanınan Bülent Arınç, gazetecilerin dikkatlerini çekiyor. Onun her konuşması medyaya haber oluyor. Arınç başlıyor konuşmaya: 

-Hala utanıyorum söylerken! ’Danıştay'dan mülakat yaparken video kaydına alacaksınız’ şeklinde kararlar çıktı. 

1950’lerden bu yana o kadar iktidarlar geldi geçti, hiçbirisi için öngörülmeyen sözler, cümlecikler, AK Parti iktidarında Adalet Bakanlığının alacağı hakim ve savcılar için konulmuş oldu. Biz üzüntüyle takip ediyoruz. Üzüldüğümüz konu şudur: Yargı, adalet, bir ülkenin olmazsa olmazıdır. Herkesin hakkını kendine vermek, adaletin en güzel tarifi bu. Yargı da, Türkiye’deki üç erkten birisidir. Anayasamız yasama, yürütme, yargı derken yargının da bağımsız mahkemeler eliyle yargı erkini kullanacağını söylüyor. Son zamanlarda yaşanan olayı özetlersek şu: Tahliyeler oluyor ve bu tahliyelerde şu kadar insanı öldürmüş olanlar, şu örgütün mensupları, Türkiye’yi kana bulamış şu çetelerin mensuplarından zikrediliyor.

Bildiğiniz gibi yeni TCK 2005 yılında yürürlüğe girdi. CMK da onu takiben yürürlüğe girdi. Burada geçiş maddeleri konuldu. Tutuklama sürelerinin uzunluğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır, yargının uzaması, sonuçsuz kalması insan haklarına aykırıdır düşüncesiyle... Çünkü tutukluluk bir tedbir, hüküm verilinceye kadar belli sebeplerle tutuklama yapılır kanaatiyle yeni hükümler konuldu. Bunlardan bir tanesi de 102. maddedir. Bir insanın azami tutuklu kalacağı süre 5 yılla bazı suçlarda da 10 yılla sınırlandırılmış. Herkes 5 yıl sonra bu madde yürürlüğe girecek diye biliyor, bilmesi gerekir.

AİHM’ye müracaat eden pek çok insan, tutukluluk süresinin uzunluğuna Türkiye Cumhuriyeti’ni mahkûm ettiriyor. Bu mahkûm oluş açısından üzüntü verici bir olaydır. İkincisi de bir insan hakları ihlalidir. ’Geciken adalet adalet değildir’ diye güzel bir söz var."

Yargıtay diyor ki, ’Bizim daire sayımız yetmiyor, Yargıtay üyesi sayımız az, iş yükümüz çok fazla’. Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz. ’Başardım’ deyip dik durabilirsiniz, ama kaybettiğiniz zaman 40 mazeret ileri sürebilirsiniz.’Hâkim azdı, zabit kâtibi yoktu, kâğıdımız yetmedi’, bütün bunların sonucu bir caninin cezaevinden salıverilmesiyse hiç kimse bunu dinlemez. Yüksek yargının da hatalarının bulunduğunu söyleyebiliriz.

Ancak yargının süratli işlemesi noktasında yüksek yargı veya başlangıç mahkemeleri ’Şu şu eksiklerimiz var, yerine getirilemiyor, biz de elimizdeki
dosyaları karara bağlayamıyoruz’ demişse, o zaman yürütme organına da bir atıfta bulunmak mümkün olabilir. Ama gördüğümüz kadarıyla Yargıtay’ın, yüksek yargının işleyişinde bir gecikme söz konusudur. 

Anlaşılan o ki; “iktidar görevini yapıp yargının yapısal sorunlarını çözmek” istiyormuş, ama yargı bu sorunlarının çözümüne izin vermiyor, üstelik engelliyormuş, bu sorunları yargı kasten yapıyormuş… (!).

Yargıya ne demek lazım? “Ayıp değil mi? Koskoca Yargıtay’sınız, Danıştay’sınız…(!) İnsan hiç durduğu yerde Bülent Arınç Beyi utandıracak iş yapar mı? (!)” demek içimizden geçiyor. Arınç, “utanmaktan” haklı mı,