Kent Müzesi’nde Ankara’yı düşünüyorum.
Müzeye ilk adımda karşınızda kocaman bir ‘merhaba’!
Biraz daha yaklaşınca altında bir şiir olduğunu fark ediyorsunuz. Ozan Ahmed Arif’in çıkardığı o efsane tek şiir kitabından şiir karşınızda!
‘İncesu Deresi, merhaba!’
Kent Müzeleri
20 yıl kadar önceydi sanırım. İzmir Kent Müzesi, artık kullanılmayan itfaiye binasında açılmıştı. İki sorumlusu birden vardı…
Bugünlerde bazı ilklerimizde de kent müzelerinin açılış haberlerini okuyorum.
‘Bellek önemli’ diyorsak – demeyenleri boş verin! - kent müzeleri, kent belleği için çok önemlidir.
Ankara Kent Müzesi’ni kuralım, kapılarını aralayalım o halde!
Başkent
Burası ve konumuz başkent.
Merkez...
Antik çağdan Cumhuriyet dönemine, tarih sahnesinde hep olmuş.
Yangınlar, çekirge istilaları, salgınlar derke keçilerini kaçırmış. O kadim kent yokluk içindeymiş.
600 yıllık imparatorluğun, başkenti güzelliğini dillere destan Boğaz’da duruyorken, harabeye dönmüş Anadolu’nun ortasında küllerinden doğmuş.
Gelemeyen elçiler, birer-ikişer gelmiş, ‘dönüşünü seven’ ozan U dönüşü yapmış:
“Taht kaldı mı ki payı olsun, Başkent Ankara oldukça İstanbul başına yastığa koysun”
Sınıflandırma
Zaman, olay, mekân ve insan…
Zaman…
Antik çağdan Cumhuriyet’e. Özellikle Cumhuriyet ve öncesi Millî Mücadele Dönemi’nin zenginliği tüm memleketi kıskandıracak zenginlikte.
Doğası… Zamana inatla direniyor. Sayıları parmakla sayılacak kadar azalsa da hala endemikleri var, 3-5 bilim insanı tükenmesin diye çırpınıyor.
Zamanlar içinde olaylar…
Tüm zamanları birleştiren Ankara Anıtı ve Hacı Bayram Camisi’nden verilecek hoşgörü mesajının eşi yok.
Kalesi, Anadolu’nun tüm kaleleri gibi dağın başında. İlginçtir, yenilenen ve yenilenmeyi bekleyen harabe yapılarında bile yaşam sürmekte, dağın eteklerinden de aşağılara inen yerlere üçüncü bir su duvarı yaptıracak kadar mücadeleleri bağrında saklamakta.
Olayların yaşandığı mekânlar…
Yine bir örnek… Roma Dönemi’nin altın yolu, Eski Valilik Konağı’nın önü, hamamı ve son günlerde bir arkeopark projesiyle canlandırılan tiyatrosu…
Kent içinde fışkıran tarihi mekanların yanında Milli Mücadele ve Cumhuriyet’in hiçbir kente nasip olamayacak zenginliği bu kentte.
Ve mekânlardaki insanlar…
Antik çağdan… En çok mitolojik öyküsü olan kral, Kral Midas. Midas’ın babası Kral Gordias’ın arabasına bağladığı o dünyaca ünlü düğümünü çözemeyip kesen Büyük İskender…
Günümüzden… Son yüzyılın en büyük insanları anketlerinde ısrarla önde çıkan, Mustafa Kemal Atatürk.
Her türlü sınıflandırmada müthiş isimler Ankara’da.
Ayrıca, sadece 10 yılı konu alan Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 örneğini de verelim. Ali ve N.Müge Cengizkan Çifti’nin hazırladığı harika sergi. Halide Edip’ten Şakir Zümre’ye. Saydım! 38 insan var. Elbette başka isimler eklenebilir.
Başkent, merkez, ilkler
Sadece iki örnek de bu başlıkta verelim.
Bankalar…
Bir cadde düşünün. Tek şube yokken memleketin tüm bankalarının genel müdürlük binalarıyla donansın. Akla yatkın gelmiyor değil mi?
Başkent kolay kabullenmedi
Ankara’nın başkent oluşu hiç de öyle kolay kabullenilmedi.
Kent Müzesi’nde işlenecek ‘başkent’ konusu, tek başına, Ankara’nın öneminin, değerinin, değişmezliğinin, merkezliğinin anlamının daha iyi anlaşılmasına yaracak.
Bu konuyu biraz açalım mı?
Millî Mücadele, ardından Lozan… Bugün benim de şimdi bir satıra sığdırdığım bu müthiş zamanlar anılırken durmak, düşünmek gerek. Öyle zorlu süreçlerdi ki.
Batının gelişmiş ve büyük devletleri kullandıkları maşalarla önce alanlarda sonra masalarda taviz vermeyi hep zorlaştırdı, olanaksız hale getirmeye çalıştılar. Kendi milletlerinin refahı için yaptılar elbette. Neyse…
13 Ekim 1923, Ankara başkent oldu.
Memleketin dört köşesi işgal altındayken, Mustafa Kemal çok sevdiği üniformasını çıkarmışken, 3 arabaya sığan Temsil Heyeti’ne başkanlık ederek, dolma lastikli, karpiç lambalı ve o soğuk kış gününde üstü açık otomobille geldiğinde, günü ısıtan ve tarihe Kızılca Gün olarak kaydeden Ankara.
Valisini Milli Mücadele yanlıyla değiştiren, müftüsü gönüllü alayın kaydını yapan, Yahudisi Ankara dışından gelenlere evini açan, yaşlısı-genci, çoluğu-çocuğu, ilçelerinden de gelen bacı ereni, seğmeni, ahisi, din ve devlet adamlarıyla, o günlere açmaya başlayan Ankara çiğdemiyle, o günlerde yeşermeye başlayan sevgi çiçeğiyle Ankara…
Türküsü çalınca, ağlayacağımız yerde oynadığımız bağları var, üzümü, armudu pek ünlü. Dereleri var gürül gürül, her yanda.
Gel gör ki Ankara’nın evlerinde elektrik, su sıkıntılı, Abidin Paşa’nın çeşmeleri de olmasa hali ne olurmuş bilinmez.
Bataklıklar var, sivrisinek dolu!
Bulvar nerde, en iyi yol şose, o da ana cadde denilen güzergahlarda.
Çoban Mektebi kapanmış, Ziraat Mektebi olmuş. O da mezun verememiş, kapanmış. Binası Mustafa Kemal ve arkadaşlarına hem karargâh hem de ev olacak, o ayrı.
Bir muallim mektebi var, daha sonraya kalmayacak yanacak.
Bir parti binası var, tamamlanamamış. İçinde Fransız yüzbaşı oturan. Kaçacak. Yapı Ankaralılarca tamamlanacak ve Meclis olacak.
Karşısında Taşhan var. Tek otel. Atla gelen atını, kağnıyla gelen öküzlerini alt katına bağlıyor, üst katta bazen 10-15 kişi aynı odada yatıyor. Ahırla arasında kalaslar var, araları bazen açık, kokular geliyor…
Doğal kaynaklar var aslında ama sorunu imar ve alt yapı yani para!
Bunlar içerideki zorluklar!
Meclis Ankara’yı başkent yaptı ama batının Ankara’yı tanımakta zorlandığı dönem de başlıyordu. Özellikle İngilizler hiç de kolayca tanımayacaktı.
Tanımamakla da kalmayacak, diğer devletler de tanımasın diye diplomasi başlatacaktı…
Yani ‘işgalciler zaten gideceklerdi’ demekle Millî Mücadele’yi küçümsemek, büyük bir hata, kasıt, kötü niyet, eksiklik, yanlışlık, vefasızlık, saygısızlık, bilgisizliktir.
Belki bugün unuttuğumuz müthiş bir mücadele de bu kez diplomaside, başkent konusunda olacaktı…
Baktı Ankara yok sayılıyor, merkez İstanbul gibi gösteriliyor, Türkiye ayar yapmak için nota vermek zorunda kaldı (1925).
Karşıda İngiltere, Fransa ve İtalya. Sen misin nota veren, onlar da verdi – memleket bizim, başkent bizim, niye veriyorlarsa! Karşılarında birkaç yüzyıldır ‘hasta’ diye tanımladıkları, kapitülasyon ve türlü numaralarla tırtıkları borç batağına batırdıkları, cihan harbinden yenik çıkmış ve yıpranmış bir imparatorluk değildi. Yaptığı savaşlarla denize kadar götürüp, dökmüş, Lozan’la kendini kabul ettirmiş hür ve bağımsız bir Türkiye vardı. Başında da bizzat kendilerinin ‘böylesi yüz yılda bir gelir, o da Türklere geldi’ diye zorunlu olarak övdükleri Atatürk vardı. Yani iki taraf da yolundan dönmüyordu. Şaka gibi ama 5 ayda karşılıklı 20 nota verildi. Savaşta olmadı diplomasi de şanslarını deniyorlardı.
Ol-ma-ya-cak-tı!
Osmanlıya dönüşün simgesi kent değil artık Türkiye’nin başkenti Ankara’ydı.
İlk gelen Ruslar oldu. Hemen gelenlerden Almanlar, hibe toprak beklemeden elçilik binasının arsası için 16 bin Türk lira ödediler. İngilizler buna bile çok kızacaktı…
Suya ulaşmak için Ruslar 15 metre, Almanlar ise 24 metre kazmak zorunda kalmışlardı.
İnşaat yapılacak, bir de kereste bulma zorluğu vardı. Bazısı bunun için kamyon satın alacaktı.
Zorluklar vardı, Türk hükümeti elçilikler bir arada olsun, arsa bulma sorunu yaşamasınlar düşüncesiyle arsa hibesi yolunu başlattı.
Bilin bakalım bu teklifi ilk kabul edenlerden biri hangi ülke oldu?
Toprak seven İngilizler! İngilizlere 28.792 metrekarelik bir alan hibe edildi (1926).
İngilizler toprağı hemen aldı. Akıllarında elçilik yapmak yerine, ‘İstanbul’dan geliş-gidişler için bir konut yapalım’ düşüncesi vardı.
Atatürk İstanbul’a geldi (1928). Fransızların yeni elçisi güven mektubunu orada vermek istedi. Reddedildi! ‘Atatürk, yaz tatili için gelmişti, başkente dönünce’ yanını aldılar.
İngilizler durumu dikkatle takip ediyorlardı. Elçi Ankara’ya gelip hemen kaçıyordu.
O geçici gelişlerinden birinde, milli günlerinden birini (Kralın doğum gününü) kutlamak için İstanbul’a dönme hazırlığı yapıyordu. İngilizler, tek başlarına da kalsalar, Ankara’yı tanımamakta ısrar ediyorlardı yani. Atatürk 1 Haziran’da yabancı misyona bir davet verdi. Protokol bilen İngiliz elçisi, buna katılmamayı göze alamadı. 2 Haziran’da Ankara’dan İstanbul’a tren yoktu, Kralın doğum günü 3 hazirandı! Atatürk ile Kral Arasında kalan elçi Ankara’yı seçti…
Atatürk böyle kıvrak zekâ oyunlarıyla Ankara’yı başkent olarak kabul ettirmişti. İlk günden itibaren de kültür, sanat veya ekonomi alanında, ‘yokluk var, sanatçıları yok’ demedi, Ankara’yı her alanda örnek bir başkent, merkez yaptı.
Olanlar, Ankara’ya o dönemde gelen yerli-yabancı herkesin hatta Ankaralıları da çok şaşırtmış.
Çoğu yabancı, önemli mimarlar bugün “Al gözüm seyreyle turuna” çıkartacak yapıları birer ikişer dikmişler. Örneğin Holzmeister 2, hatta Mongeri 5 tane birden.
Unutmadan!
‘İstanbul’ diyorum ama Ankara’yı kabul etmeyen cephe ‘İstanbul’ demiyor, ‘Constantinople’ diyordu. O da ayrı bir mücadeledir. Başkent konusundan sonraya sarkacaktır. Kendiliğinden de bitmedi. Türkiye yurt dışından gelecek mektuplarda şehir adı olarak ‘Constantinople’ yazılırsa iade edileceğini ilan etti (1930), sorun çözüldü…
Bunlar kanla, diplomasiyle, akıl oyunlarıyla, zekayla, Atatürk’le yazılan, Ankara’nın son varoluş hikayeleri.
Kent Müzesi’nde anlatılması gerek.
Ekranlarda güzergahlar, uygulamalarla cebe yüklenebilen güzergahlar, yön göstermeler
Ekranlarda güzergahlar, uygulamalarla cebe yüklenebilen güzergahlar, yön göstermeler…
Anlatılacak, işlenecek o kadar çok başlık var ki! Birkaçına değinmiş olalım…
Holzmeister 2, hatta Mongeri 5 derken, caddenin o bölümü Bankalar Caddesi oluvermiş.
Örneğin nerdeyse hiçbir şey yokken, İş Bankası’nın merkezi buradaymış. İnternet dâhil bence her şey varken de gitti…
O zamanın Ankara’sı… Yok oğlu yok! Teknoloji zaten yok, yokluk ve zorluklar içinde Atatürk’ün 250 Lira sermaye ile İş Bankası Ankara’da kuruldu (1924). Türkiye'nin en büyük özel sektör bankası. Mongeri imzalı üçüncü genel müdürlük binası bugün müze. Dördüncüsü için yapılan bina, zamanının Ankara’sında en yüksek binası olarak kayıtlar geçti. Sonra banka Ankara’dan taşındı! Kuruluşunun 76. yıl dönümünde. Okuduğum haberde (kaynaklarda var) o günün 26 Ağustos’a denk geldiğini öğrendim.
26’sı, 30 Ağustos 1922'de büyük bir zaferle sonuçlanan Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin başladığı gün. Bakmışsınız bu kez 30 Ağustos’ta bankanın genel müdürlüğünün Ankara’ya taşındığını okuruz…
Bir tek Osmanlı Bankası, yabancı sermayeli tek bankaymış. Merkezini getirmemiş. Şimdilerde başka banka olan binada Ankara Şubesi açılmış.
Banka müzeleri, hatta memleketin tek pul müzesi bile burada.
Uzantısındaki bir tanesini, ödüllüsünü, yüz akımız yerli bir mimarımızın, Akalın’ın eserini, İller Bankası’nı, bir gece yarısı yıkıverdik. Bugün yerinde çim var…
Hayvanat bahçesinden doğal yaşam parkına…
Önce tarıma zarar veren hayvanları tanıtalım diye açılmış. Sonra Türkiye’nin en büyüğü olmuş. Kapatılırken zamanın belediye başkanı,
“Hayvanları ödünç veriyoruz, alacağız. Açılışını yanındaki eğlence parkıyla birlikte yapacağız.” demişti.
O parkın yapıldığı Atatürk Orman Çiftliği arazisi ve masrafı çok tartışıldı. Lunapark hız treni, basın tanımında arıza verdi. Parkın önünden geçen ve tam da o sıralarda betona gömme işi tamamlanan Ankara Çayı’nı ıslah etmeye yetecek para harcandı. Park için çok yazıldı, yazılıyor, geçiyorum…
Hayvanat Bahçesi sanal oldu. Çocuklar için güzel oldu sanırım ama Ankara’nın tavşanı, keçisi, kedisi, güvercini veya kente has, üstelik beyaz bal üreten arıları var. Bir doğal yaşam parkı olmalı. İçinde beş beyazı (bu kavramı bize tanıştıran Ankaralılar ve Ankara’yı Tanıtma Vakfı Başkanı Seyfettin Aslan’a selamla) olmalı.
Bu sevimli dostlar kente özel!
Tıpkı başka yerde yetişmeyen sayısı otuzun üzerindeki endemik çiçeklerimiz gibi.
Ankara Kent Müzesi
Ankara bir kent müzesine kavuşmak için öyle bir birikim yapmış ki!
Daha kültürüne, sanatına veya doğasına, pek önemsediğim endemiklerine bile girmedik!
Kültür, tarih…
80 müzesi, ben bildim bileli kapalı gişe oynayan devlet opera, bale ve tiyatroları, ilçe müzeleri, devlet ve belediye kütüphaneleri, gençlik-emekli merkezleriyle her köşesinde anı saklı cumhuriyet caddeleri, yerli yabancı ünlü heykeltıraşların anıtları, heykelleriyle her yanından kültür fışkıran başkent.
Bugünün Avrupası buzul devrini yaşarken, avlanma dışında mağaradan çıkamazken Anadolu’ya has uygarlıklara beşik olmuş Anadolu’nun eserlerini bağrında taşıyan, hatta birisine (Frig) başkentlik yapan bir kent.
Sonraları… Roma Dönemi’nde Türkiye değil dünyada ön sıralarda bir kent, örneğin hamamı en büyükler yarışında ilk üçtedir.
Bir Ankara Anıtı var ki, bugüne kadar ne kadar önemli olduğunu anlatmayı başaramadım belki Kent Müzesi sayesinde Ankaralılar da bu marka değerin farkına varır.
Hatta belki trafik tabelalarına yazılır…
Ne tabelalarda ne de önündeki onca yazı içinde Türkçe adını anmadığımız, Latincesini (Monumentum Ancyranum) yazarak geçiştirdiğimiz Ankara Anıtı…
Meraklısına not: ‘İki Anıt Arası Yürüyüş’ başlığıyla kaynaklarda bir bağlantı var. En bilinenden en bilinmeyen anıtına yürüyüşü anlatır…
Kent Müzesi’nde Ankara’yı düşünüyorum…
İçinde; zaman, olay, mekân ve insanlarıyla…
Kentin zenginliklerini de hak ettiklerini de hatırlatan içerikli.
Bankalar Caddesi (ışıl ışıl duruyor), Yahudi Mahallesi (yıkıldı yıkılacak) veya Saraçoğlu Mahallesi (yıkılmadan, az zararla atlattık, merkezde vaha çıktı) gibi elde kalanlarının korunmasına…
İçindeki Dikmen Vadisi veya kıyısındaki İmrahor vadisi… İçinden gürül gürül adıyla anılan derelerin akması ve gökdelenlerle donatılmaması gereken hava koridorlarımız…
Hayvanat Bahçesi (doğal yaşam alanı olarak dönmeli), Lokomotif Müzesi (yeniden müze içinde, bu kez belki kapalı açık alanlarıyla, kapatılan TCDD Müzesi’ni içine alarak, o canım lokomotifler mutlaka bir yerlerde sergilenmeli) veya Botanik Bahçesi (aman nazar değmesin) gibi elde kalmayan veya hiç olmayanların bir an önce açılmasına katkı sağlayan bir kent müzesi…
Daha çok şey düşünüyorum ama yerim dar!
Ankara’nın bir kent müzesi olabilir mi?
Neden olmasın?
Keçiören’de bir müze var örneğin, Atatürk Ankara Millî Mücadele Müzesi. Sevgili Özge Zengil gezdirdi. Bayıldım. Kent müzesinin bir örneği olacak bölümleri var. Ayrıca yazacağım.
Hatta burası başkent. "Ankara’daki kent müzesi tek başına dev bir..." kültür ve sanat merkezinin içinde olmalı. İster içine ister başka bir yere, bir de modern sanatlar üzesi konmalı. İlgili bakanlık ayrı, büyükşehir belediyesi ayrı yapmalı.
Geç değil!
Yokluk zamanlarında neler yapılmış, bugün de pekâlâ yapılabilir.
Kaynaklar
* ‘Al gözüm seyreyle turu 2’, https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/necati-yalcin/al-gozum-seyreyle-turu-2-40474781
* ‘İki Anıt Arası Yürüyüş’, https://sonsoz.com.tr/makale/23580156/necati-yalcin/iki-anit-arasi-yuruyus
* ‘İngiltere’nin Yeni Başkent Ankara’yı Kabullen(emeye)işi ve İngiliz Büyükelçilik Binasının İnşası’, Ufuk Erdem, https://dergipark.org.tr/tr/pub/itobiad/issue/31500/325640
* ‘İş Bankası'nı İstanbul'a neden taşıdınız’, https://www.yenisafak.com/gundem/is-bankasini-istanbula-neden-tasidiniz-93805
* ‘Ulus’ta 700 metrelik ‘Al gözüm seyreyle’ turu’, https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/necati-yalcin/ulusta-700-metrelik-al-gozum-seyreyle-turu-40473424
* Adım Adım Ankara, Necati Yalçın
* Ankara Ankara, Bilal N. Şimşir
* Çankaya, Falih Rıfkı Atay
* Çiçekleriyle Ankara, Necati Yalçın
* Gezdiğim Ankara, Necati Yalçın
* Millî Mücadele ve Cumhuriyet’in Açıkhava Müzesi Ankara, Necati Yalçın
* Sevdiğim Ankara, Necati Yalçın
* Yazdığım Ankara, Necati Yalçın