Orta Doğu’da, insan soyunun yaşadığı ormandaki, bağışlayınız Dünya’daki demek istedim, vahşiler, çocuk, kadın, anne, baba, büyük anne, büyük baba, dede, engelli, ileri yaşlı, güzelim hayvanlar, güzelim doğa demeden cinayetlerini sürdürüyorlar.
Yaralı çocukları, babasının veya annesinin kollarındaki öldürülmüş çocukları, eşinin başında ağlayan kadınları, erkekleri görünce yüreğiniz sizi Gazze’ye götürüyor mu? Gazze veya dünyanın başka yerlerinde yaşayan, bedenleri veya yürekleri yaralı insanları uzaktan da olsa kucaklıyor, kanlarını veya terlerini siliyor musunuz, ışık hızı ile Türkiye’deki hastanelere yetiştirmeyi hayal ediyor musunuz?
Onların iyileşmesi, yeni yaralanmaların ve ölümlerin olmaması için Tanrı’ya yalvarıyor, iyi dileklerinizi (dua) iletiyor musunuz? Yeni yaralanmalar ve ölümler olunca neler hissediyorsunuz, dileklerinizin kabul edilmediğine mi inanıyorsunuz veya inançlarınızda soru işaretleri mi oluşuyor?
Ölen, öldürülen hayvanları, perişan edilen doğayı gerçekten düşündüğünüz oldu mu, oluyor mu? Şimdi bombalar, tüfekler, gazlar kullanılıyor, işte size medeniyetler! buluşmasından örnekler. Gelişen medeniyetler mi, uygarlıklar mı, sözde bilimin ürettiği araçlar mı, yapılar mı, insan soyunun vahşeti mi?
Tarihi yapıları kazma ve kürekle yıkan, kütüphaneleri, kitaplıkları, güzel sanatların müzelerini yıkamayınca yakan, bombalayan vahşi insan soyunun kullandığı araç ve gereçler, medeniyetlerin ürünü mü?
Katillerin savaşına, çocukların, kadınların kan ve gözyaşı döktüğü acımasız sürece silah ve para ile katkı koyanlar, daha az maliyetle daha çok insan öldürmek için silahları geliştirenlere bilim insanı, tasarımcı, üretici, bu silahları satanlara “tüccar, şirket, holding, insan” denilebilir mi? Alanlara, sadece “alıcı”, satanlara “satıcı” denmesi yeterli mi?
Para sağlayanlara, katilleri gülerek ziyaret edenlere, onları gülerek kucaklayanlara, para ve silah desteği yapanlara, haydi bakalım, rahatlıkla “Devlet Başkanı, Cumhurbaşkanı, Başbakan, gazeteci, bilim insanı, hukukçu, bankacı, siyasetçi, doktor,…” diyebilir misiniz?
Bugün çatışan kanlı yürekler, kaç yıl sonra neyi ve nasıl kutlayacaklar? Kan, gözyaşı ve büyük acıların üzerinde, halkların bir bölümü ağıtlar altında anma yaparken, başka bir bölümü, asker-polis-sivil kadrolarla geçit törenleri mi düzenleyecekler, kürsülerden nutuklar mı atacaklar, balonlar mı uçuracaklar, uçak gösterileri mi yapacaklar?
Değinmek istediğim şu. İster kutlamalar yapılsın, ister anma törenleri, yıldönümleri, insan soyu, çoğunlukla acıların yaşandığı geçmişi unutmamalı.
İkinci Dünya Savaşı’nda, Japonya’nın iki kentine, 6 Ağustos 1945 tarihinde Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945 tarihinde Nagasaki’ye atılan iki atom bombasının yıldönümlerinde, insan soyu sadece o tarihleri anmakla yetinmemeli. Çünkü, o iki kente ve o iki tarihe o gün gelinmedi. Öncesindeki kıyımlar ve katliamlar, insanın tarihinin en utanç verici iki katliamının habercisi idiler. Şiddetin, vahşetin gününü, saatini belirli noktalarda değil, uzun ve geniş yollarda görmek ve değerlendirmekten yanayım.
Bu değerlendirme biçimini, bu toprakların belki de bir daha göremeyeceği, insanın tarihinin belki en büyük mucizelerinden Türkiye Cumhuriyeti için de yapmaya çalışacağım. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti adı ile kökleri çok uzun geçmişlere dek uzanan bir devlet kuruluna dek çok acılar, kıyımlar, fetihler, işgaller, savaşlar, çatışmalar yaşandı. Cumhuriyet sonrası, daha farklı şiddet olaylarında bugüne dek dökülen kanlar ve gözyaşları, kitaplara, belgesellere, öykülere sığdırılamıyor.
Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 2023 tarihinde, kuruluşunun 100. yılını yaşadı ve kutladı. 28 Ekim 2023 Cumartesi günü, doğduğum topraklarda, Rize’nin Pazar ilçesinde idim. Emekli tarih öğretmeni Metin Atasaral’ın başkanı olduğu Atatürkçü Düşünce Derneği Pazar Şubesinin düzenlediği iki etkinliğe katıldım. İlkinde, Pazar Meydanındaki Atatürk Anıtına çelenk kondu. İkinci etkinlikte ise felsefe öğretmeni Osman Kaya harika bir konferans verdi.
29 Ekim 2023 Pazar günü ise Ankara’daydım. Ankara’da, Cumhuriyetin açıklandığı Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi ve İkinci TBMM ile Anıtkabir’e giden yollarda, sanki bir ulus, sadece kurucu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü değil, Cumhuriyeti kuranları karşılamak, alkışlamak, şiddetsiz gücünü ve umudunu, “Türkiye evimiz” anlayışında birleştirmek için çocuklar dahil her yaştaki genci ile sanki tarihinin en anlamlı ve coşkulu bayramında bütünleşmişti. Türkiye’nin diğer illerinden de böylesine coşkulu görüntüler ve bilgiler geldi.
100 yıl, devletler, uluslar ve toplumlar için çok uzun bir süre değil. İnsan için uzun bir süre. Kanıtı kolay. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyeti kuranlar 100.yılı göremediler. Ortalama insan ömrüne göre, 29 Ekim 1923 tarihinde doğanlardan parmakla sayılabilecek kadar az sayıdaki insan 100. yılı yaşayabilir. Silahlı veya silahsız Ulusal Kurtuluş mücadelesini verenlerin ise 2023 yılına ulaşması olanaksızdı zaten. Cumhuriyetin 50. Yıldönümünü, Gençlik ve Spor Bakanlığı Basın Danışmanı ve 50. Yıl Kutlama Kurulu üyesi olarak yaşadım. 100. yılını da görmek, yaşantımın büyük bir ödülü benim için.
100. yıl ile ilgili birkaç düşüncemi paylaşmak isterim.
Cumhuriyet ve demokrasi karşıtları, 100. yıla çok farklı yaklaştılar. Türkiye adını, Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü başta olmak üzere Cumhuriyetin asker ve sivil önderlerini sanki unutturmak istercesine programlar yaptılar. Törenlere dinsel içerikler kattılar, üstelik, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin gücünü ve ürettiği olanakları kullanarak.
Demokratik kitle örgütlerinin birlikteliğinde hareket edilmesi konusunda, sadece gazeteci-yazar değil, bir toplum gönüllüsü, Şiddetsiz Toplum Derneği Başkanı olarak söylüyorum, Cumhuriyet ve demokrasi yanlıları hiç de başarılı olamadılar. Her yasal yapı, bir iki yasal örgütle birlikte etkinlik düzenledi. Etkinliklerdeki konuşmalarda ise zaten katılımcıların bildikleri yinelendi. Panel, söyleşi, konferans ve yazılı açıklamalarda; cumhuriyet, demokrasi, laiklik ve adalet yanlılarını bir araya getirmek, birlikte üretmek ve eski yıllara dönülemese bile sürdürülebilir toplumsal coşkuyu birlikte canlandırmak hedeflerine uygun hareket edilemedi. Oysa, konuşanlar, dinleyenler ve açıklama yapanlar bu ülkenin yetiştirdiği, Cumhuriyetin sağladığı ortamların ürettiği çok değerli uzmanlar, bilim insanları ve gönüllülerdi.
29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs gibi günler, Türkiye Cumhuriyeti için olmazsa olmazlardır.
Yönetim biçiminin belirlendiği, Cumhuriyetin adının açıklandığı gündür elbette 29 Ekim 1923. Öncesinde, şu veya bu devletlerde, şu veya bu topraklarda “iyi” insanların verdiği mücadelelerin birikiminin ürünüdür 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs ve diğerleri. Cumhuriyeti kuranlar ve o günün demokrasi yanlıları, geçmişten, geçmişte yaşayan “iyi insanlardan” kesinlikle izler taşıyorlardı.
Tarihsel ve güzel günlerin tümünün temelinde, geçmişten gelen birikimler ve mirasların yer aldığına kesinlikle inanıyorum.
Bu nedenle, kişisel olarak yazıyorum, Türkiye Cumhuriyeti’nin 29 Ekim 2023 tarihine kadar uzanan ömrü 100 yıldan fazla, hem de çok fazla.
Binlerce, milyonarca yılın, iyi insanların birikimlerinin üzerine kurulduğuna inandığım Türkiye Cumhuriyeti’ne, demokrasi, inançlara saygılı laiklik (laiklikte inançlara saygısızlık asla yapılmadı, yapılmaz), insan, hayvan ve doğanın sevgi, dostluk ve barış içinde yaşadığı sonsuzluk dilerim.
Fotoğraflar; 29 Ekim 2023 akşamı Anıtkabir ve ADD Pazar Şubesince çelenk konulmasından sonra, soldan, Turan Topaloğlu, Hasan Okumuş, Muhammet Demircioğlu, Ali Günay, Metin Atasaral, Faik Oğuz ve Rıza Sümer.