Bazı kurumları kuruluşları hatta aileyi yönetmek için bile bir akıl gerekir. Elbette her yönetim biriminin içindeki bireylerin öncelikle bireysel sorumlulukları vardır onları yerine getirmek için çaba harcamalı, böylelikle de saygıdeğer birey olmalı. Ancak bunları yapmayan sorumluluklarını bilmeyen bireyler bir başkası tarafından yönetilmek durumunda kalırlar bu aynı zamanda yöneticiye itaat etme, boyun eğme hatta kölesi olma durumunu da getirir.

Maalesef günümüzde hangi durumda olursa olsun büyük çoğunlukta yönetici erk, birey olmaktan uzak, itaat eden bireyleri sevmekte, onları pohpohlamakta ki rahat yönetebilsin. Pohpohlamak kelimesinin altını biraz doldurmamız gerekirse; toplumdaki tüm benzeşmeyenlerin bir potada eritilerek tek tip insan yaratılmasından tutun da “kral çıplak” diyenlerin boynunu koparmaya, düşman ilan etmeye kadar varan bir entrikanın peşinde.

Az gelişmiş toplumların, ülkelerin karakteristik özelliği; bana değmeyen yılan bin yaşasın, benim karnım toksa aç olan da işini bilsin gözünün önüne baksın… “Bu yazıyı okuyan kişilerin” büyük çoğunluğunun bana hak vereceğini, aslında olması gereken bu olmadığını onayladıklarını görür gibiyim. İtaat etmek kolaydır, güçlüden yönetici erkten yana olmak kolaydır, hak edilmemiş olağan muhalefetlik kolaydır ya yönetici erki onaylar geçersiniz ya da sıradan ve sahici sözcükler kullanarak eleştirir geçersiniz. Asıl olan birey olmak, muhalif olmak, hangi koşullarda olursa olsun doğrunun yanında yanlışın karşısında “onurunuzla, bilincinizle ve duruşunuzla” dik durmak bireyin görevi olduğu karar örgütlerin de görevidir.

Şairler, yazarlar, bilim insanları biliyorlar ki bu kısır döngüden çıkmanın tek yolu sanat üretmekten ve toplumları çağdaşlık yönünde bilincimize katmaktan geçiyor.

Bu hafta konuğum; Her aklıma geldiğinde, önce gülen yüzü ile belleğimi uyartan, nahif dostum Şair, Yazar Özgür Sanatçılar Derneği Başkanı Arzu Kök

Şair ve yazar Arzu Kök, 1973 yılında İskenderun’da doğdu.

İlk, orta ve lise öğrenimini memleketi olan İskenderun’da yaptı.

Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü’nde tamamladı. Şimdilerde Ankara’da özel bir kurumda görev yapmaktadır.

Yazın yaşamına gazetecilikle başladı. Birçok edebiyat dergilerinde şiir, makale ve röportajları yayımlanmaktadır.

Arzu Kök; şiirlerinde kentlerin dayanılmaz üzgülü çekileriyle kendi yaşamının dalgalı ve sıkıntılı dönemlerinden söz eder. İnsanlığın bağrına onulmaz yaralar açan, bir türlü kökü kurumayan emperyalist savaşlara karşı olunca benliğiyle savaşıma girişir. İçinde yaşattığı köklü ve derin bir aşkın umudunu ve özlemini çeker. Her yönüyle köhnemiş ve kirlenmiş dünyamız yerine, kendi beklentilerine uygun bir dünya yaratır. Tek beklentileri barış, doğruluk ve gerçeklik olan öğretmenlerin önlerinde, herkesin saygıyla eğilmelerini belirtir.

Arzu Kök; bir toplumun çağdaş çizgiye ancak müzikle ulaşabileceğini ve sağlıklı barışın da sevgiyle kurulabileceğini vurgular. Bir insan için, yaşama sevinciyle gülmenin, en temel özellikleri olduğuna değinir. Ülkemizdeki çocuk çığlıklarıyla, Gazze’deki çocuk ölümlerine yüreğini siper etmeye çalışır. Dünyadaki umutlar, sevinçler ve arzularının sürekli yıkılışına içi durmadan yanar.

O, özleşmiş Türkçeye bağlılığını ise her fırsatta öne çıkarır.

gördüm dün seni gördüm

bir diken gibi saplandı yüreğime gözlerin

şakırdın eskiden konuşurken

izin vermezdin konuşmama

dudakların bahar gibiydi

kurumuş solmuştu artık

paramparça olmuştu aynalar

içimizde bir yığın

acı üstüne acı

hep birlikte sazın bağrına ektik türküleri

evlerin damlarına taş fırlatır gibi

fırlattık attık o türküleri

sancıdan kıvranan kalplere alın

yutkunun dedik

dün seni rüyamda gördüm

yapayalnız yolluksuz…

bir yetim gibi sana doğru koşuyordum

yaşlı anamı arar gibi

en dondurucu kış kadar

soğuk gözler gibiydi dünya

yalçın dağlarda gördüm seni

kuzularını otlatan çoban kızı

yıkıntılar ortasındaki bahçemdin

kapını tıklatan bendim

su testilerinde gördüm seni

buğday başaklarında

parça parça

un ufak

gece kulüplerinde hizmet ederken

sancılarında gördüm ve yaralarında.

bir mağaranın ağzında

yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken gördüm

gördüm sokaklarda seni ateş ocaklarında

güneşin kaynayan ateşinde.

ve ahırlarda…

ve bütün tuzlarında denizin

ve kumlarda …

toprak gibi güzel

yasemin gibi

hava gibi

su gibi

ve çocuklar gibi

doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz

ve her yer çöl