Ünlü yazarların yazılarını nasıl yazdığını hep merak etmişimdir. Bu merakımı sevgili öğretmenim Adnan Binyazar’ın yıllar önce bana gönderdiği ve Almanya’daki Türk öğrencileri için İncila Özhan’la birlikte yazdıkları “Türkçe Dil ve Okuma Kitabı” gidermişti. Kitabı ilk geldiği günlerde okumuş ve gerekli notları almıştım. Ancak taşınmalar yüzünden not aldığım ajandanın hangisi olduğunu unutmuştum. Son taşınmamda kitaplarımı yerleştirirken bu ajandamı buldum. Not aldığım yazının başlığı, “ Yazarların Gariplikleri” idi. Adı geçen kitaplardan 9. Sınıflar için yazılan kitabın 91. sayfasındaydı aradığım not. Kitabı ve sayfayı bularak, yazarların garipliklerini sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Kim yazar, ekşi ya da çürük elmayı kokluyor, kimisi en süslü giysilerini giyiyor, kimisi ayakta, kimisi yatakta yazılarını yazıyor. Örneğin Shaw, evinin bahçesine yaptırdığı kulübede yazıyor yazılarını. Balzac, başucunda gündüz de olsa mum yakarak, Edgar Wallace, yazmaya başlamadan önce işçi tulumu giyerek yazılar yazıyor.

Dünya edebiyatında isim yapmış yazarların gariplikleri ilgimi çekmekle kalmadı, bizim yazarlarımızın nasıl yazdıklarını araştırma isteğimi de tetikledi. Onlara da ulaşabilirsem sizlerle paylaşacağım.

Sözü fazla uzatmadan ve sizleri de merakta bırakmadan “Yazarların Gariplikleri”ni paylaşayım.

“ Alexandr Dumas, en süslü giysilerini kuşanıp yakasına da bir çiçek yerleştirdikten sonra otururmuş yazı masasının başına; hiç ara vermeden çalışırmış. Hatta romanının bitirmeden evden çıkmamak için ayakkabılarını ve çalışma  odasının anahtarını hizmetçisine verirmiş.

Balzac, başucunda yanan bir mum olmadan hiçbir şey yazamazmış. Mumunu gündüzleri bile yakarmış. Kahve tiryakiliğiyle de tanınan Balzac’ın bir başka özelliği ise, çoğu zaman yazı yazarken başına bir yün atkı sarıp ayaklarını da suya sokmak.

Bernard Shaw, evinin bahçesine bir kulübe yaptırmış ve tüm yazılarını burada kaleme almış. Shaw, kendine göre düzenleyip geliiştirdiği bir steno yazısı kullanırmış. Sonradan daktilo ile yazmaya başlamış. Ancak, silik şeritlerden nefret edermiş. Şerit silikleşince makineyi kaptığı gibi tamirciye götürür, şeriti değiştirirmiş.

Dickens, romanlarını büyük, görkemli çalışma odasında kaleme alırmış. Düzgün bir el yazısıyla mavi renkli kağıtlar üzerine, kağıdın rengine yakın tonda mürekkeple yazarmış.

Edgar Wallace, çalışmaya başlamadan önce bir işçi tulumu giyer, sonra da kendini hava akımından korumak için çevresini cam paravanalarla çevirttiği büyük masasının başına geçermiş. Bir yandan durmadan çok şekerli çay içer, bir yandan da ‘dictaphone’a konuşurmuş. Wallace, genellikle gündüzleri uyur, geceleri çalışırmış.

Henry James, ayakta yazanlardanmış! Çalışma odasının çeşitli yerlerine yüksek sehpalar yerleştirir; bunların üzerine kağıtlarını dağıtırmış. Düşüne düşüne dolaşır, aklına gelen tümceyi en yakınındaki kağıda geçirirmiş. Bu tümceleri de sonradanbirbirine ‘monte’ edermiş.

Mark Twain de yatakta yazanlardan! Yatağa uzanır, kağıtları dizinin üstüne yerleştirip başlarmış kalem oynatmaya. Yazdıklarını da genellikle ya yatağın üstüne ya da yere atarmış.

Schiller’in yazı masası üzerinde ekşi ya da çürük bir elma bulunurmuş. Yazar, elmayı sık sık koklamaktan pek hoşlanırmış. Bu koku ona, yağmurdan sonra bir ormanda otlar, yapraklar arasındaymış duygusunu verirmiş. Böylece içinde bulunduğu ortamın havasından uzaklaşıp bir düş evrenine girermiş. Bu tutkusu nedeniyle banyoda, su içinde yazdığı da olurmuş.”

Bu kitapları 7 Şubat 1989 günü PTT kargodan aldım. (Kitapları kargodan alırken epey sıkıntılı anlar yaşamıştım. Bunu belki ilerde bir öykü olarak yazarım). Öğretmenim Adnan Binyazar Türkiye’de olmayan bu kitapları bana gönderme inceliğinde bulunarak beni son derece mutlu etmişti. Kendisine bir kere daha teşekkür ediyorum.

Tüm okurlara bol okumalı günler diliyorum.