Türkiye,  geçmişi acı, kan, ölüm ve gözyaşı örnekleriyle dolu toprakların üzerinde kuruldu.  Bu topraklar, elbette sevgi, dostluk ve barış içinde yaşanan dönemleri de gördü.

Toplumsal yaşam terazisinde iki gözün birinde, elbette, terazinin şiddet tarafında çok daha fazla ağırlık var.

Bu köşenin yazarı, 1960, 1971, 1980 yıllarında askerlerin silahlı müdahalelerini de yaşadı. Siyasal partilerin, derneklerin ve sendikaların kapatıldığı dönemlerin tümünde içimdeki sessiz ses şunu söyledi kendi kendine. “Bu son olsun”.

Demokrasiye silahlı veya silahsız müdahalelerin yaşanmasını bir kabüs gibi karşılayanların olmasını doğal bulabiliriz. Ancak, halkın içinde,  askeri veya sivil darbeleri destekleyenlerin bulunmasını, hatta silahlı ve kudretli insanların kürsülerde konuştuğu meydanları doldurmasını, kudretlilerin (!) alkışlanmasını nasıl algılayacağız, algılarımızı özgürce nasıl konuşabileceğiz, yazabileceğiz?

Gerçek insanlık tarihi, yerin üstündeki her yerde, kimsenin kimseyi öldürmediği, öldürülmediği, korkmadığı, korkutmadığı, şiddetin her türlüsünün sona erdiği zaman başlayacak diyorum her zaman. Şu anda yaşadığımız, kabaca insanın tarihi, insanlık tarihi değil.

Siyasal partiler, dernekler, sendikalar ve benzeri demokratik kitle örgütleri kapatılmamalıdır. Kişiler, üyeleri siyasi yetkililerin ataması ile değil, hedef kitlenin  demokratik katkısı ve kararına bağlı olarak belirlenmiş bağımsız ve tarafsız yargı organlarında  yargılanmalıdır. Karar, yargı sürecinin tamamlanmasından sonra uygulanmalıdır.

Belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine kamu görevlilerinin kayyum olarak atanması da haklara ve demokrasiye elbette aykırıdır.  Bu toprakların insanına, siyasetçilerine, hukukçularına ve hükümetlerine asla yakıştıramam.

Kayyum asla kabul edilemez. Siz, halkın seçtiği belediye başkanını görevden alıyorsunuz, yerine, siyasetçinin atadığı valiyi veya bir başka kamu görevlisini o makama getiriyorsunuz. Bu ne demek biliyor musunuz? Halkın seçtiği belediye başkanının yerine, kağıt üstünde üye olmasa bile iktidar partisinin bir memurunu veya bir mensubunu belediye başkanı gibi görevlendiriyorsunuz.

İnsan aklı ve vicdanı şöyle yapsa daha iyi olmaz mı? Belediye Başkanı veya ilgili kişi bağımsız ve tarafsız yargıya verilir. Yargı süreci tamamlanınca gereği yapılır. Araştırmaya gerek duymuyorum, bu konuda hukuksal boşluk veya belirsizlik varsa yasal düzenleme yapılır. Hükümet ve muhalefet uzlaşır, böyle durumlarda, Belediye Başkanının yerine Belediye meclis üyeleri arasından bir başkan vekili seçilir. Kim mi seçilir? Kesinlikle başka partiden değil, aynı siyasal partiden bir meclis üyesinin seçilmesi için centilmenlik kararı verilir sözlü olarak ve bu karar her yer ve her zaman için geleneksel hale getirilir.

30 Kasım 2023 tarihinde Mahkemenin en kısa zamanda seçime gitmek koşulu ile Türk Tabipleri Birliği Yönetim Kurulu’nun yerine kayyum atanmasına ilişkin kararına gelince… İlk yorumum şöyle. Bu karar, demokrasi ve sağlıkta bir şiddettir, “0hhh” demeyenler için.

Karar, TTB Başkanı  Şebnem Korur Fincancı’nın bir açıklamasında, silahlı şiddet çetesinin propagandasını ve silahlı kuvvetlere haksızlık yaptığı savına dayandırıldı. Fincancı, kendisine yöneltilen suçtan tutuksuz yargılanıyor.

Burada da görevden alma ve yerine kayyum atama işlemini, demokrasiye ve Türk Tabipleri Birliği delegelerinin özgür iradelerine aykırı sayarım. Çünkü, bu akıl, bu vicdan ve bu dil, ohh demeyenlerdendir.

Kanıta dayanmıyorsa, doğru değilse, neden, açıklamanın yalanlanması ve  halkla ilişkiler ilkelerine uygun olarak  kamuoyuna duyurulması yöntemi uygulanmıyor? Kültürlü, eğitimli ve olgun insanların dünyasında, böyle savlarda, mutlaka kayyum, gözaltı, tutuklama ve hapis cezası mı gerekir?

Bir de hep yazarım, “Örgüt Propagandası” diye bir suç olacaksa, bu suçun ilgili yasalarda tam tanımlanması gerekir. Örgüt propagandası suçu ile ilgili bir iddianame hazırlanırken, karşı bir demeç verilirken, karşı bir açıklama yapılırken bile, şiddet çetesinin adı dillendirildiği için asıl propaganda böyle durumlarda da  yok mu?

Türk Tabipleri Birliği konuya ilişkin açıklamasında şu görüşü paylaştı basın ve kamuoyu ile.

“Davada, Merkez Konseyi’nin ne dediği, ne yaptığı ve neden yargılandığı söylenmediği gibi hiçbir somut belge de ortaya konulmadı. Yargılanan Merkez Konseyi idi, ancak hiçbir Merkez Konseyi üyesi dinlenmedi. Söylemediklerimiz yargılandı, sözlerimiz dinlenmeden karar verildi.”

Sadece yargıda değil, evde, ailede, iş yerinde, her yerde ve her zaman birbirimizi dinlemeye ve anlamaya çok gerek duyulan bir çağda, bir süreçte, ne yazık ki bireysel ve toplumsal iletişim sorunları, ortak yaşama alanları kalabalıklaştıkça azalacağına artıyor.

Yaşam boyu ve bilimsel; iletişim, demokrasi, adalet, güvenlik ve eğitimin yetiştirdiği melek insanların bulunduğu  bir toplumda, ülkede ve Dünya’da mutlu ve umutlu olmak dileği ve özlemi ile esen kalın.