Hüseyin amcam yıllarını kasaplık mesleğine gönül vermiş iyi bir kasaptı. Sene 1980, liseden mezun olmuştum ama...

Hüseyin amcam yıllarını kasaplık mesleğine gönül vermiş iyi bir kasaptı. Sene 1980, liseden mezun olmuştum ama ülkenin hali içler acısıydı. Her gün bombalar patlıyor, gencecik insanlar silahlı saldırıya uğrayıp ölüyordu. Üniversite sınavlarına hiçbir hazırlık yapamadığım için bulduğum her işte çalışmaya başladım. Hem boş kalamamak hem de ihtiyaçlarım için para kazanmam gerekiyordu.

İşte tam o günlerde Hüseyin amcam, kendi kasap dükkanını kapatmış yeni bir yerde işe başlamıştı. Benim ufak tefek işlerde çalıştığımı bildiği için, kendisi yeni bir yerde kasap olarak işe girdiğini söyledi. Bana haber yollamış, çalışmak istersem verdiği adrese gelmemi kendisini görmemi tanıdıklar iletmiş.

Ben de işsizim o günlerde hemen bu fırsatı değerlendirdim.

O tarihlerde, bizim yaşam alanımız Mamak, Ulus arasında dar bir bölgede olduğu için, gideceğim adres Çankaya, Gaziosmanpaşa semtinde bir yer. Biz bu yerlerin ismini ya haberlerde duyuyor ya da gazetelerden okuyoruz, buraların zenginlerin ve sosyetenin oturduğu yerler olarak biliyoruz.

Sabah erkenden biraz zorlanarak amcamın verdiği adresi buldum. Burası şehrin ortasında, çöldeki vahaya benzeyen bir yerdi. Giriş kapısında Papazın Bağı yazıyordu.

Ülkemizdeki kargaşa, kaos ve ölümleri her gün duymaktan ürkmüş biri olarak bu bahçeye adımımı attıktan sonra, cenneti gören olmamış ama burası anlatılan cennet hikayelerindeki yer gibiydi. Kuş sesleri, akan küçük bir dere, ahşap sandalyeler ve masalar, sımsıcak bir ortam. İnsanın içine huzur veren bir mekan.

Hemen amcamı buldum. Sabah çaylarını yudumlarken, amcam patron ile görüşmüş, haftaya gelip amcama yardım etmem konusunda kendisine söz vermiş.

İşte benim papazın bağı ile tanışmam bu sayede oldu.

Bakın bu bahçenin hikayesi nasıl anlatılmış:

“Ahmet Efendi’nin eşi Şaziye Hanım bağ evinde çamaşır yıkamaktadır. Her çamaşır gününde bağ evinde, çamaşırların kaynatıldığı açık ateşte gözleme yapılır ve çay demlenir, çamaşır gününün yorgunluğu atılmaya çalışılırmış.

İşte böylesi bir günde meraklı bir ODTÜ’lü öğrenci ‘(ki bilirsiniz genellikle hep meraklıdırlar) çamaşır yıkayan Şaziye Hanım’ı görür ve bağ evini görmek için izin ister. Şaziye Hanım öğrenciye izin verir ve ardından da yaptığı gözleme ve çayı ikram eder. Öğrenci ısrarla ücret ödemek ister. Şaziye Hanım da ısrarla reddeder. Sonunda öğrenci gelecek hafta sonu arkadaşlarıyla buraya gelmek istediğini söyler. Tek koşul ise Şaziye Hanım’ın bu kez ikramlar karşısında ücret almasıdır. Nitekim öyle de olur…

Giderek artan yoksulluk içinde misafir grubunun bıraktığı para oldukça işe yarar niteliktedir. Böylece Şaziye Hanım bu işi sürekli yaparak aileye ekonomik destek sunmaya karar verir. Bağ evinin bugünkü işlevine kavuşmasının öyküsü de işte böylesi ilginç bir öyküdür. Yıl 1963’tür.

Papazın Bağı adı sonradan çıkar… Bu bölgede geçmişte Hıristiyan nüfus yaşadığı ve alanın çok yakınında kilise olduğu için, bag işletmeye açıldıktan ve çok rağbet görmeye başladıktan sonra, bazı rakipleri, “oraya gitmeyin orası papazın bağı” diye bir söylenti yaymaya başlarlar. Bu söylenti amacına ulaşmaz. Halk burayı çok sever ve vazgeçmez. Ama adı halk arasında Papazın Bağı olarak bilinmeye ve bu adla sevilmeye başlanır. Aile bağ evini satmamakta direnir.

Zamanla bağevi kentin rantı en yüksek alanında, adeta yalıtılmış, dokunulmamış, gizli bir cennet bahçesi olarak kalır. Beton cehennemi içinde doğal bir cennet…

İşte o zaman beton ve para ile doğa ve insan sevgisi, karşılıklı sert bir mücadeleye girer. Papazın bağına çok güçlü talipler çıkar. Aileye büyük paralar teklif edildiği gibi sıklıkla aba altından sopa da gösterilir. Ama aile direnir. Bu güzel cennet bahçesini betona teslim etmek istemez. 1994 yılında ise “Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu”na başvurarak Papazın Bağını 1. dereceden doğal sit alanı ilan edilmesini sağlarlar. Papazın Bağı kurtulmuştur. Ankara için çok teşekkürler Kuloğlu ailesi…

Girişte kuş sesleri, horoz sesleri ve küçük bir derenin huzur veren şırıltısı karşılar sizi. Papazın Bağında doğa sesinden başka hiçbir mekanik ses duyamazsınız. Yalnızca doğanın o eşsiz melodisi. Asırlık çam, çınar, dut, Ankara armudu, Ankara ayvası, üvez, ceviz ve muşmula ağaçlarıyla süslenmiş 14 bin m2’lik küçük bir cennet adacığı burası… Üstelik de tam. Şehrin göbeğinde…” *alıntı

Yolunuzu bir gün mutlaka buraya düşürün, keyifli bir gün yaşayın.