Türkçe Sözlük’te “öteki” için üç karşılık bulunuyor:

1. Bilinenin, sözü edilenin dışında olan şey; öbürü, öbürkü.

2. Sözü edilen veya benzer iki nesneden veya kimseden önem veya konum bakımından uzakta olan; diğer, öbür.

3. Mevcut kültürün kabul görmüş değerleri içinde dışlanmış olan.

Üç karşılıkta da “öteki”, asıl/egemen kabul edilene göre konum belirlenerek açıklanıyor.  

Öyleyse “ÖTEKİ” kısaca, BELİRLİ BİR ZAMANDA VE ALANDA, O ALANIN EGEMENİ İLE BİRLİKTE VAR OLAN, NİTELİĞİ VE KONUMU EGEMENDEN FARKLILIĞINA GÖRE BELİRLENEN olarak tanımlanabilir. 

Bu bağlamda, öteki olmanın ön koşulu azınlıkta kalması değil, onun egemenden farklılığı ve güçsüzlüğüdür.

Örneğin; 1994 yılı öncesinde, dünyada en yoğun ırk ayırımının uygulandığı Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, nüfusun yalnızca yüzde 14’ünü oluşturan beyazlar ülkede egemenken ve onların dışındaki nüfusun yüzde 86’sı “öteki”ydi. 

II. Dünya savaşı sonrasındaki soğuk savaş döneminde, ABD önderliğindeki kapitalist dünya için “öteki” başta Sovyetler Birliği olmak üzere, komünist partilerce yönetilen ülkelerdi. Kapitalist ülkelerin egemenlerince yapılan bu ayrım onlara bütün dünyada sosyalizm karşıtı yandaşlar sağlamıştı. 

Aynı dönemde, komünist partilerce yönetilen ülkeler yönünden ise “öteki”, ABD önderliğindeki bütün kapitalist/emperyalist sistem içindeki devletlerdi ve Sovyetler Birliği’nce yapılan bu tanımlama, kendisine emperyalizm karşıtı bir yığın müttefik kazandırmıştı.

1990’lı yılların başında soğuk savaşın bitişiyle birlikte, kendisine “öteki” arayan ABD İslam Dünyasına yöneldi. Orada birçok “öteki” üretti. 

Sonra, başta Çin olmak üzere dünyanın büyük bölümünü hedefine koydu. Böylece, ABD için hemen herkes, her ülke artık “öteki” olmuştu. 

ABD başkanı Trump, hiç saklama gereği duymadan fütursuz söylemleri ile ülkesinin bu yaklaşımını günümüzde açık biçimde sergiliyor. ABD’nin kadim dostu / müttefiki Avrupa ülkeleri bile “öteki” yerine konulmanın rahatsızlığını yaşıyor. 

Bu arada ABD, hedef olmaktan kaçınan kimi ülkelerden kendisine yandaşlar da sağlıyor.

***

İnsanlık tarihi boyunca egemenler, konumlarını sürdürmek için “ötekinin varlığını” kullanmışlardır. Bu anlamda “öteki”, egemenler için bir tür ihtiyaçtır; çünkü egemen, “öteki”ni tanımlarken onun karşısında aslında kendisine konum belirlemektedir. 

Kolayca anlaşılabileceği gibi, olguları, insanları, toplumları ve ülkeleri olduğu gibi algılamak ve kabul etmek yerine, onları birbirlerine göre konumlandırıp “ötekiler” yaratmanın, egemenin egemenliğini pekiştirme ve sürdürme aracı olmak dışında hiçbir anlamı yoktur. Ancak insanlık tarihi, halkların bu tür ayrımların ardındaki gerçeği çok geç fark ettiklerini gösteriyor.

***

İnsan, birey olarak da içinde bulunduğu ortam ve koşullar nedeniyle kendisini “öteki” olarak algılayabilir. 

Örneğin; mütevazı yaşam koşulları içindeki insan, kendisini bileşenlerinden birisi olarak gördüğü çevrede huzurla yaşarken, her yanından zenginlik fışkıran bir ortama girdiğinde nasıl davranacağını bilemediği berbat duygular yaşar. Bu, onun girdiği yeni ortamda “ötekileşmiş” olmasının sonucudur. 

Grevci işçiler arasında kalan patronun; yabancı ülkedeki turistin, göçmenin ya da sığınmacının; öğretmenler odasına ya da bir başka sınıfa giren öğrencinin; yanlışlıkla kadınlar tuvaletine giren erkeğin o andaki konumu bu durum için birkaç örnektir.

Böyle durumlarda birey olarak “öteki” konumuna düşmenin önüne geçmek mümkün olmasa da gelişmiş bir öz güvenle bu berbat “öteki olma” duygusunun üstesinden gelinebilir.

Ancak toplum, ulus, ülke olarak “ötekileşmeyi” aşmak ve sonuçlarına katlanmak bu denli kolay değildir. 

“Ötekileştirenlere” benzemeye çabalamak, onlarla bütünleşmeye çalışmak ya da onların tutumlarını değiştirmelerini umarak beklemek toplumları, ulusları, ülkeleri “öteki” olmaktan kurtarmaz.

Onların “öteki” olmaktan kurtulmak için; varlıklarını ve bütün özellikleri, nitelikler, farklılıklarıyla var olma haklarını, “ötekileştirenlere” kabul ettirmek dışında bir başka yolu yoktur.

İnsanlık tarihinin hemen her döneminde bunun sayısız örnekleri vardır.