“Kuş da Öldü” Lütfi Özgünaydın’ın Ocak 2025'te Barış Kitap’tan üçüncü baskısı yapılan öykü kitabı. (İlk baskısı Aralık 2010, İkinci baskısı Ekim 2024) Barış Kitabevine uğradığım bir gün gördüm ve aldım. Okumakta olduğum kitabı bitirince öyküleri okumaya başladım.
Demirlibahçe Ortaokulu’nda üç yıl Türkçe dersimize giren öğretmenim Dursun Akçam, “Bir kitabı okumaya başlamadan önce o kitabın yazarı hakkında bilgi edinin” derdi. Ben de öğretmenimin bu sözünü kendime yol gösterici olarak seçtim. Okumak için elime aldığım her kitabın önce yazarını tanımaya çalışıyorum.

Lütfi Özgünaydın, 1945 yılında Erzincan ilinin Kemaliye ilçesi Toybelen köyünde dünyaya gelmiş. Gazeteci, öykü ve roman yazarı. (Ben daha çok kendisini fotoğraf sanatçısı olarak tanıyorum.) 1962 yılında ilköğretmen okulunu bitirerek çeşitli köy okullarında öğretmenlik yaptı. 1969 yılında Hürriyet Haber Ajansı’nda muhabirliğe başladı ve on üç yıl muhabirlik yaptı. Röportaj ve gazeteciliğin birçok dalında ödüller kazandı. Gurbet adlı yerel gazeteyi yayımladı ve başyazarlığını yaptı. Fotoğraf sanatçısı olarak yurtiçinde yüze yakın sergi ve gösteri gerçekleştiren Özgünaydın, yutrtdışında da Frankfurt, Paris, New York, Florida da fotoğraf sergileri açtı. Bu sergilerden bazıları yayımlandı. “Döne Döne Vangölü, Mardin, Erzincan ve Yaşar Kemal Çukurova” adlı dört albümde denemeleri ile birlikte yayımlandı.
Gazetecilik ve ilk yıllardaki fotoğraf çalışmaları nedeniyle ödüller aldı. Çeşitli edebiyat dergilerinde, özellikle. Milliyet Sanat, Sanat Olayı gibi edebiyat dergilerinde yazılar yazdı.

Yazdığı öyküler için bir söyleşide şöyle diyor: “Kırsal kesimden kentlere inen insanların öyküleridir yazdıklarım. Hasrettir, acıdır, sevgidir, insanın yüreğinde hep var olan duyguları depreştiren öykülerdir, insani duygulardır yazmak istediklerim veya varmak istediklerim. Ve küçük ayrıntılar öykülerimde dile getirdiğim tümcelerin hep destekçisidir. Öykülerde önemsediğim arkadaşlarım doğanın üstündekilerdir. Onlarla birlikte yaşamın içinde sürüp gidenleri anlattık.” Eserlerine gelince; Öykü:Baraj, Köyden Kente, Şelale Söğüt Ağacı, Kuş da Öldü – Eğin Öyküleri (2010), Taş Yolu - Eğin Öyküleri (2017), Sevda Zamanı-Eğin Üçlemesi 2 (2019), Deneme-İnceleme:Erzincan (2007), Fotoğrafın Dili (2011), Bir Zamanlar - Kemaliye (Eğin) Son 50 Yılı (2018)
Kuş Da Öldü, kitabında 11 öykü var. Bunlar sırasıyla, “Kuş Da Öldü, Beyüz Atlı, Kartal Yuvasında Vurdular Beni, Bir Sızı Kaldı Yüreğimde, İki Arkadaş, Çağalarım Gelecek, Yaşamın Bir Başka Yüzü, Halay Başı, Adıgüzel Ağa, Yine Yalnız, Aşkın İzi Kalır.”
Kitabın girişinde Özgünaydın, “Öyküler İçin” başlıklı yazısında şöyle diyor. “Küçük ayrıntılar öykülerimde dile getirdiğim tümcelerin hep destekçisidir. Hep önemsediğim doğanın üstündekilerdir öykülerde ki arkadaşlarım. Onlarla birlikte, yaşamın içinde sürüp gidenleri anlattık.”

İyi bir fotoğraf sanatçısı da olan Özgünaydın, bir yazısında Yaşar Kemal’den söz ediyor. “Yaşar Kemal’in fotoğraflarını çektim. Çukurova’ya gönderdi beni. İlgiyle karşılanan “ Çukurova Yaşar Kemal” kitabını yaptım. Sonra sergiler; İstanbul’dan sonra Almanya Frankfurt Kitap fuarı ve Paris sergisi. Paris sergisini Yaşar Kemal’le birlikte yaptık. İşte onunla dostluğumuz sürerken yayımlanan kitaplarımı önce ona götürürdüm. “Kuş da Öldü” Öyküsünü eşi Ayşe hanım okumuş beni aradı; çok beğenmiş. Sonra benim Taş Yolu öykülerimi okumuş sohbetlerimizde anladım. Bana; “oğlum sen roman yaz “ dedi. Ben konumu seçtim yine Kemaliye(Eğin) den yazmaya başladım. Bana; “Her yazarın bir Çukurova’sı olması gerek” demişti. Bende; “Yaşar ağabey benim Çukurova’m Eğin” demiştim. “Dönüş Zamanı “ adlı romanım yayımlanmadan vefat etti. Sonra çok sevdiğim kardeşim dediğim Feridun Andaç o romanı okudu ve üçleme olmasını istedi. Ben de üçlemeyi yazdım. Birinci baskıları bitti. Şimdi üçlemeyi ayrı ayrı yapmak yerine. Barış Kitap’la üçünü birden tek kitap olarak yayımlayacağız.”

Biraz önce de değindiğim gibi kitapta 11 öykü var. Ancak hepsini tek tek ele alamayacağımdan kitaba adını veren “Kuş da Öldü” öyküsünü paylaşacağım. Kuş Da Öldü öyküsünde, herkesin terkettiği köyde yalnız başına yaşayan Sultan anlatılır. Sultan’a bir serçe kuşu eşlik etmektedir. Zaman zaman bu serçeyle yem yemeye geldiğinde dertleşir. “Her sabah kuşunu beklerdi Sultan…Biraz gecikse, çıkar evin çevresine bakardı. Kuş gidince hamurunu yoğurur, ekmeğini fırınlı sobasında pişirirdi. Kışın yetecek kadar azık vardı evinde.” (s.12)

Yalnızlığını anlattığı bir gün şöyle dertleşir serçeyle. “Kızım, iki oğlum oldu, nur topu gibi. Onları bu evde büyüttüm. Çok sevdim onları. Sırtıma vurup gezdirdim. Nereye gidersem gideyim onları yanımda götürdüm. Yemedim yedirdim, delikanlı oldular, bıyıkları terlediğinde sanki kadermiş gibi onlar da gittiler İstanbul’a….Evlendiler, düğünlerine gittim. İstanbul ne büyük yer…Şaşırıp kaldım; ne kadar ev, ne kadar insan var. Sokaklarda insanlar birbirine değiyor neredeyse. Sokaklarda gezemedim, yüreğim düğüm düğüm oldu. Nefes alamadım. Bir denizi sevdim. Deniz çok güzel, mavi. Kuşlar da çok yakışıyor.”
Bir gün serçe de ölünce köyde iyice tek başına kalır Sultan. Öyküyü merak mı ediyorsanız, alın kitabı okuyun. Çok güzel öyküler var. Okuduğunuz zaman çok seveceksiniz.