Zeynal Gül, üretken bir yazar, iyi bir öğretmen ve iyi bir avukat. Şiir, öykü kitapları yanı sıra Çorum’da bir yerel gazetede köşe yazıları yayımlanıyor. Zaman zaman facebook’ta paylaştığı güzel yazılarıyla ben de buradayım diyen bir yazar arkadaşım.

Zeynal Gül, üretken bir yazar, iyi bir öğretmen ve iyi bir avukat. Şiir, öykü kitapları yanı sıra Çorum’da bir yerel gazetede köşe yazıları yayımlanıyor. Zaman zaman facebook’ta paylaştığı güzel yazılarıyla ben de buradayım diyen bir yazar arkadaşım.

Bu ayın başında Zeynal Gül’ün Barış Kitap’ta “Hücre Fareleri” adlı romanı yayınlandı. 12 Eylül’ün karanlık günlerini anlatan, yer yer esprilerle süslenmiş 177 sayfalık bir roman. Bir günde soluk soluğa okuduğum, zaman zaman bunu ben mi yazdım diye düşündüğüm yaşanmışlıklar. 12 Eylül’de demokrat olup da işkenceden geçmeyen kalmamıştır. Hele memur ve öğretmen örgütlenmesinde görev alanlar mutlaka bu işkencelerden geçmişlerdir.

“Hücre Fareleri” Zeynal ve arkadaşlarının Suluova Et-Balık Kurumu’nun mezbahasının bodrum katında gördükleri işkencenin yıllar sonra kitaba yansımasıdır. Kitabın 6.sayfasında şöyle betimleniyor kaldıkları yer. “Üstte işçiler, memurlar çalışıyor; altta, bodrumda gözaltına alınanlar, tutuklananlar yatıyor. Dana, boğa böğürtülerine karışıyor sesimiz.”

Bodrum katta bulunan tuvaletlerin bazıları hücre haline getirilmiş. Gözaltına alınanların ilk uğrak yeri burası. Fazla kalabalık olmasın diye bir grup gittikten sonra yeni bir grup getiriliyor. Kimler mi ? Zeynal 7. Sayfada onları bize iletiyor. “Fatsa’lılar gidiyor, Çeltek kömür ocağı işçileri geliyor. Çeltekliler gidiyor, Amasya’lılar, Taşova’lılar, Çorum’lular geliyor.”

Kitapta önsöz yok, onun yerine arka kapak tanıtım yazısını olduğu gibi buraya alıyorum:

“Ah biz insanlar!

Düşmüşüz La Fontaine’nin tuzağına, kurtulamıyoruz. Nerede bir kötü insan var, hayvanlara benzetiyoruz hemen.

Sor bakalım; hangi hayvan kabul eder, Van’lı er Fetullah’ın kendisine benzetilmesini ? Etmez.

E, öyle ise ben de düştüğüm tuzaktan kurtulmalıyım. Çocukluğuma dönüyorum, köyüme. Bozkırda, ağustos güneşinin altında çalışırken buluyorum onu.

Tombustan böceği, tombustan böceği özür diliyorum senden! Duymuyor bile. İşinde gücünde. B.k yuvarlıyor. Belki de umuda malzeme taşıyor.

Biri, bir çekirdek atacak toprağa. Çekirdek tombustanın yuvarını bulacak. Yuvar, çekirdeği eleyip beleyecek. Emzirecek. Çekirdek, fidan olacak, fidan ağaç olacak, ağaç meyveye duracak…

Sıra meyveyi bölüşmeye gelecek.”

Yukarda adı geçen Van’lı er Fetullah, işkenceden zevk alan, her bahaneyle gözaltındaki kişileri dayaktan geçiren biridir. Kitabın hemen her sayfasında onunla yüz yüze geliriz.

Zeynal, işkence günlerinde yaşadıklarını unutmak için zaman zaman geri dönüşlerle çocukluğuna, köyüne, ilk öğretmenlik günlerine ve örgütlü çalışma yaptığı günlere dönerek, biraz olsun işkencenin acılarını unutur.

Yer yer Alaca’nın Hitiler dönemine de atıfta bulunur. Çünkü bir zamanlar Hititlerin başkenti olan Hattuşa bu ilçeye çok yakındır.

Akıcı bir dille yazılmış olan “Hücre fareleri” kitabı bizim acılı kuşağın çektiklerinin panoraması gibi. Okurken hem güldüm hem de hüzünlendim. Ben Mamak’tayken bizim de bir er Fetullah’ımız vardı. Demek ki her gözaltı yerinde seçilmiş Fetullah’lar vardı. Bizimki C Blok’un sorumlu erinin adı –yanlış hatırlamıyorsam, üstünden neredeyse 42 yıl geçti- Elvan’dı. Yemek almak için bile çıktığımızda mutlaka elimizi açtırır ve var gücüyle vururdu. Bu yüzden “Hücre Fareleri” beni hem hüzünlendirdi hem de o günleri anınca güldürdü.

Zeynal Gül’ün temiz Türkçe’si ve anlatımıyla zevkle okunacak bir kitap. Biraz önce de belirttiğim gibi hem gülecek hem de hüzünleneceksiniz okurken.

Kalemine, yüreğine sağlık Zeynal kardeşim. Böyle güzel bir kitabı okuyucu ile buluşturduğun için.

Sağlıklı ve bol okumalı günler diliyorum.