Salgın hastalıklar insanlığın kadim kabusudur, birçok uygarlık veba, sıtma ve benzeri salgın hastalıklardan etkilenerek zayıf düşmüş ve yok olmuştur.
Salgın hastalıklar insanlığın kadim kabusudur, birçok uygarlık veba, sıtma ve benzeri salgın hastalıklardan etkilenerek zayıf düşmüş ve yok olmuştur.
Aşının bulunması ve bilimsel yöntemler ile üretilmesi insanlığın salgın hastalıklar ile savaşında çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Tüm dünya gibi ülkemizde de salgın hastalıklar ile mücadele edebilmek için aşı keşif ve üretim çalışmaları yapılmıştır.
Resmi bilgilere göre Ülkemizde aşı üretimi için çalışmalar ilk olarak Osmanlı döneminde başlamıştır.
İngiltere Büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu 1721 yılında yazdığı bir mektupta Osmanlı’da çiçek hastalığına karşı “aşı denilen bir şey” (varilasyon metodu) yapıldığını hayretle bildirmektedir. Bu mektup aşı yapımına ilişkin ulaşılmış en eski belgedir.
19. yy’da aşı keşif ve üretim çalışmalarını yürütmekte olan Louis Pasteur , çalışmalarını sürdürebilmek için dönemin devlet başkanlarına maddi katkı için destek isteyen mektuplar yazar, mektuplardan birinin 2. Abdülhamit’e ulaşması sonrasında, padişah yardım yapabileceğini ancak çalışmalarını İstanbul’da sürdürmesini ister, bu teklif Pasteur tarafından kabul görmeyince destek verilebileceği fakat Osmanlı’dan 3 kişinin de yanında asistan olarak yetiştirilmesi istenir. Sonuç olarak anlaşma sağlanır ve Alexander Zoeros Paşa’nın başkanlığı altında, Dr. Hüseyin Remzi ve Veteriner Hüseyin Hüsnü beylerin gönderilmesine karar verilir. Bu çalışma sonucunda 1887 yılında Zoeros Paşa’nın kliniğinde Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi) kurulmuştur. Bu kurum dünyada üçüncü, doğunun ise ilk kuduz merkezi olmuştur. Daha sonra bu merkez difteri serumu da üretmiştir.
Osmanlı döneminde 1892`de ilk çiçek aşısı, 1896 da difteri, 1897 de sığır vebası, 1903 de kızıl serumları Veteriner Hekim Mustafa Adil tarafından üretildi. 1911 yılında tifo, 1913 yılında kolera, dizanteri ve veba aşıları Türkiye’de ilk kez hazırlandı ve uygulandı.
Cumhuriyet döneminde 1927`de ise o çağın vebası olan verem hastalığına karşı aşı üretimi başladı.
Bu öncü çalışmalar yapılmış olsa da çağdaş teknolojiler ile yeterli sayıda aşı ve serum üretimi ile kapsamlı ve yaygın bir aşı çalışması Osmanlı döneminde başarılamamıştır.
Bu yüzden Cumhuriyet Osmanlı döneminden salgın hastalıkların pençesinde kıvranan kalabalık ve yoksul bir halk kitlesi devralmıştır. Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda verem, çiçek, kızamık, İnfluenza, kolera, tifo, tifüs, dizanteri, frengi, trahom ve benzeri salgın hastalıklar ahaliyi kırıp geçirmekteydi. Cumhuriyetin ilk hedeflerinden biri halkı kıran salgın hastalıkları kontrol altına alabilmekti. Bunun için aşı, ilaç ve serum üretiminin modern yöntemler ile yeterli miktarda yapılabilmesi gerekiyordu.
Aşı çalışmalarının çağdaş teknoloji ve sınai yöntem ile kitlesel üretimini gerçekleştirebilmek amacıyla, dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam tarafından yürütülen Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetlerini Modernleştirme Çabaları isimli çalışma uyarınca, 1928 yılında “Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi” Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti’ne bağlı olarak kurulmuştur. Bu kurum ile üretim merkezileştirilmiştir.
Kurumun adı 1983 yılında yapılan bir değişiklik ile Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı olarak değiştirilmiştir. Kurum aşı üretiminde dünyaya örnek olarak gösterilmiştir.
Kurumda 1931 yılında, ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretimine başlanıldı. 1932 yılında, serum üretiminin ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi sonucu, dışarıdan serum ithali durduruldu
1933 yılında, Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi ele alındı.
1934 yılında, İstanbul Aşıhanesi, Enstitü bünyesine nakledildi ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye getirildi.
1935 yılında, Farmakoloji Şubesi kurularak yerli ve yabancı ilaçlar ile diğer hayati maddelerin denetim ve kontrolüne başlandı.
1936 yılında, Hıfzıssıhha Okulu açıldı. 1937 yılında, kuduz serumu üretilmeye başlandı.
Üretilen anti serumlar arasında akrep, yılan sokmalarına karşı serumlar olduğu gibi gazlı kangren anti serumları da bulunmaktaydı.
1940’ta Çin’e baş gösteren büyük kolera salgını için aşı gönderildi. Yine aynı dönemlerde Yunanistan, Suriye gibi komşu ülkelere de tetanoz ve tifüs aşıları gönderildi.
1942 yılında, tifüs aşısı ve akrep serumu üretimine başlandı, o yıllarda Türkiye, Ortadoğu ülkelerine Tifüs aşısı satacak noktaya geldi.
1948 yılında ülkemizde ilk defa boğmaca aşısı üretimi yapıldı.
1950 yılında, İnfluenza Laboratuvarı, Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı ve İnfluenza aşısı üretimine başlandı
1976`da Kuru BCG aşısının deneysel üretimi başladı. 1983`te kuru BCG aşısı üretimine geçildi.
Ülkemizde 1971’de tifüs, 1980’de ise çiçek aşısı üretimi sonlanmıştır.1996’da DBT ve kuduz aşısı, 1997’de BCG aşı üretiminin kesilmesi ile ülkemizde aşı üretimi sona ermiştir.Aşı üretiminin sona ermesi sonrasında ihtiyaç duyulan aşılar dışarıdan satın alınarak temin edilmektedir.
Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü ise 2 Kasım 2011’de dönemin AKP hükûmeti tarafından Resmi Gazete ’de yayınlanan bir KHK ile kapatıldı. Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatıldığında Sağlık Bakanlığı koltuğunda Dr. Recep Akdağ oturmaktaydı. Malum bu eski bakan, medyada sık sık bazı tarikat ve cemaatlerin sağlık bakanlığında kadrolaşmasına neden olmakla itham edilen bir kişidir.
Türkiye geçmiş yıllarda koleradan kuduza, tifo-tifüsten dizanteri-difteriye, verem aşısından, şarbon, çocuk felci, çiçek, veba, kızıl, kızamık, BCG aşısına kadar salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı 20’den fazla aşıyı üreten, ihraç eden bir ülke idi.
Oysa şimdi hepsini ithal etmek zorundayız, zamanında kolera aşısı gönderdiğimiz Çin’den nasıl olur da daha fazla Covid-19 aşısı alırız diye dolanıp duruyoruz.
Rasyonel aklı ve bilimsel metodolojiyi kullanamayan yönetimler elinde, siyasi amaçlar ile kurumlar, kuruluşlar yok edilince işte böyle elin böğründe kalır dolanıp durursun.
Yaşanan son salgın aşı ve ilaç üretiminin en az silah üretimi kadar stratejik bir sektör olduğunu; sıkıntılı günlerde paran olsa dahi aşı ve ilaca ulaşamayacağını açıkça göstermiştir!
Ha, bu da bize ve bizi yönetenlere ders olsun…