GÜNİZİ/ Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, bir taraftan sanat ve edebiyat adına yazarların, şairlerin ve diğer dallarda sanatçıların ürünlerini okuyucuyla buluştururken bir taraftan da eleştirel yazılarla, yağmalanan çevreye, doğaya, hayvan haklarına güncel konulara karşı duyarlılığını sürdürüyor. 

GÜNİZİ Dergisi, okuyanlarına ücretsiz ulaştırılan, şiir, öykü, deneme, kitap tanıtımı ve diğer dallarda sanat eserlerine yer veren hem basılı hem de dijital bir dergi. 

Yaklaşık beş yıldır bana da ücretsiz gönderilen GÜNİZİ Dergisi; Aşıkça, CUMBA fanzin, Çınardibi, Ekin Sanat, Güney, Lacivert, Mutenâ, Patika, Yol gibi daha pek çok kitabevlerinden aldığım dergiler gibi kütüphanemin baş köşesinde yerini almakta.  

Diğer dergiler gibi, zaman zaman şiirlerime de yer veril GÜNİZİ Dergisinin gönlümde, bilincimde ve birikimimde yeri farklı. Ben de bu nedenle köşemde yazmak okurlarıma bu kıymetli hizmeti duyurmak istedim. Başta, Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü, Salih Korkmaz olmak üzere emek veren herkese ve ürünleriyle katkı sunan; şair, yazar ve diğer dallardaki sanatçılara sonsuz teşekkür ediyorum. 

 Okumak ve okutmak “Toplumcu/Gerçekçi sanatçının, yazarın bu bakış açısında yayın yapan dergilerin, gazetelerin ve yayınevlerinin birincil amacı olmalı. Bunu en iyi şekilde yapan dergilerden bir tanesinin de GÜNİZİ Dergisi olduğuna inanıyorum. 

İzmir’den yayın yapan, GÜNİZİ/Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi, her sayısında, “Editörden” başlığıyla kısa, okuyucuyu sıkmayan, konunun özünü anlatan yazılarla, okuyanlarının dikkatini o sayı için seçtiği bir konuya çekmeyi başarıyor. Bazı sayılardaki “Editörden” yazılarından kısa kısa başlıklar vermek istiyorum.

11. Sayıda şöyle diyor: “Korku aklın durmasıdır. Korku, kitle hâlindeki insan içindir. Kitle hâlinde insanlık düşünemez ve korku her türlü düşünce eylemini engellemektedir. Korku sürüler içindir. İnsanları sürü hâline getirmek için korkunun işlevi büyük oluyor.”

14. Sayıda: “Acaba bizler içinde bulunduğumuz toplumda yaşamaya layık mıyız? Bizler insanların hamam böceklerine dönüştürülmek istendiği toplumlarda yaşamaya mecbur değiliz. Ne yazık ki insanımız insanlığından uzaklaşıyor, Kafka’nın böceğine dönüşüyor. Aydın kimdir? En basit tabirle yapmamayı yapamayandır. Buradan yola çıkarak üzerine vazife olmayan işlere burnunu sokmak zorundadır aydın.” 

15. Sayıda: “Karaburun’da, Tanrı’nın taht kurduğu yerlerden Sakız’a, Midilli’ye doğru bakan bir zeytin ağacı olsam, ne düşünürdüm? Denizin buğusunda geçmişin hüzünlü görüntüleri. Gövdem, ah, gövdem! Şehzade Murat’ın zulmünden bir anlığına da olsa gölgeme sığınan yoldaşın kanı da vardır gövdemde, Hitler’in zulmünden bu topraklara sığınan Yunanlıların da…” 

24. sayıda: “Alışveriş merkezlerinde, yat limanlarında gözünüze çarpmıştır “Burada Mutluyum” tabelaları. İnsanlar o tabelaların önünde poz verip sosyal medya hesaplarında yayımlıyorlar. Bir şirket güzelim koya el koymuştur, moda deyimle marina inşa etmiştir, dükkanları da içine yerleştirmiştir; eh o kadar çaba gösterilmiş, bar burada mutlu olun. Mutluluk da satılacak bir meta olmuş durumda. O yapay mutluluk tablolarını görünce, hele hele marina inşa edilmiş koyun eski hali gözünüzün önüne geldikçe içinizi bir hüzün kaplamaz mı? sanal bir dünyanın bizlere sözde mutluluk pompalaması. Burada mutlu olunacak, ol!”

27. sayıda ise derginin kapağında yer alan, “Faşizme dur de!” konusu yer alıyor. “Yirmi yedinci sayımızın kapağında “Faşizme dur de!” dedik. Birçok defa kullanılmış olan bu sloganı kapak yaptık.

Öyle bir dönmeden geçiyoruz ki herkes güya faşizme karşı. O halde faşist kim, faşizm ne anlama geliyor günümüzde? Nasıl ki burjuva kendini her insana empoze ettiyse faşizm de aynısını başardı. Bugün “Ben burjuva değilim” diyen her insanda burjuvalık olduğu gibi “Ben faşist değilim” diyen insanda da faşistlik vardır. Ortada “Şu faşisttir!” diyecek insan yok ama faşizm her yerde. Faşizm kapitalizmin yarattığı krizlerin çözme yöntemi. Ve kapitalist ekonomide krizler bitmez, o halde faşizm de bitmez”   

Son olarak Ustamız, Nâzım Hikmet ile ilgili yazılan yazıyı alarak, yazımı tamamlamak istiyorum.

“Günizi'nin bu sayısında sorduk: Nâzım Hikmet için ne yaptık?

Evet, Gerçekten biz, Nâzım'ı dillerinden düşürmeyenler O'nun için ne yaptık?

Bu ülkenin on yedi yılına damgasını vurmuş, Nâzım'ın düşüncesiyle taban tabana zıt iktidar bile Nâzım Hikmet'i kullandı. 

Türkiye düzeni Nâzım Hikmet'i özellikle politik kişiliğinden soyutlayarak kabul ettirmek istiyor. Bunun için de aşklarını ve birlikte olduğu kadınların yalan yanlış öykülerini piyasaya sürüyor. Tabii bir de sosyal medya var.

Bu ülkede Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül adına üniversite var. Nâzım Hikmet adına bir edebiyat fakültesi, bırakın edebiyat fakültesini bir edebiyat kürsüsü var mı?

O halde sormak gerekmiyor mu "Biz Nâzım Hikmet için ne yaptık?" diye. 

Yalçın Küçük'ün belirttiği gibi:

‘Herhalde en değersiz ve bu nedenle en zahmetsiz sevgi, sarhoş masalarında dillendirilendir, başı ve sonu, birikimi ile derinliği yok; her sarhoş her sarhoşu sevebilir ve biz de Türkiye aydınları, Nâzım'ı sevme yarışındayız. Mezarını getiriyoruz, yurttaşlığını veriyoruz, oligarşinin Rusya'da iş yapan kolunun himayesinde mezarı başında ölüm ayinleri yapıyoruz ve hiç ama hiç utanmıyoruz. Peki, bu tür ayinler dışında, biz Nâzım için ne yaptık; böyle bir soruyu akıl etme zahmetine bile katlanmıyoruz.’ (Bilim ve Edebiyat-2004 basım)

Günümüzde de Rusya'ya giden hemen herkes Nâzım'ın mezarı başında fotoğraf çektiriyor. Zahmetsiz sevginin örneğidir o fotoğraflar. 

Evet, her sarhoş içki masasında her sarhoşu sevebilir.

Biz soruyu yineleyelim:

Nâzım Hikmet için ne yaptık?”

Dergicilik adına emek veren, yayın hayatını sürdüren ya da geçmişte kültürel hayata katkı sunan her anlamda tüm dergi emekçilerine sonsuz şükranlarımla…