P H O T O 2025 12 09 13 29 48

İspanya İç Savaşı'nin kanlı galibi Franco tartışmalara hala konu olmakta. 2011 yılında, eski bir Franco sempatizanı gözetiminde İspanya Kraliyet Tarih Akademisi, Franco'yu "otoriter ama diktatör değil" olarak tanımlayan bir sözlük yayınladığında, tepkiler yıllarca sürdü. İspanyol kamu yaşamının son çeyrek yüzyılı, hem sol hem de sağın, cumhuriyetçi ölülerin toplu mezarlarını tespit etme ve İspanya'nın 20. yüzyılının son üçte ikisini kaplayan kullanışlı sessizliği - "unutulma paktı" - ortaya çıkarma girişimlerini siyasallaştırdığı sözde "hafıza savaşları" tarafından şekillendirildi. Akademik çalismalarda Franco rejimi otoriter, soykırımcı ve başlangıçta faşist olarak sunuldu. Buna karşılık rejimin savunucuları, Batı Avrupa'nin son diktatörünün kişisel yönetimini kalkınmacı, ilahi takdiri, hatta organik bir demokrasi olarak sundular.

Vasat, meraklı olmayan ve Mihver destekçilerine karşı dalkavukluk eden Franco, Mussolini veya Mao'nun karizmasından hatta Portekiz'deki Salazar'ın kardeş rejiminin hiçbir ekonomik vasfından yoksundu. Onu Hitler'den daha az fanatik bir katil veya Stalin'den daha az zalim ve acımasız olarak değerlendirmek sanırız yetersiz bir övgüdür Franco, Avrupa'nin en kanlı totaliterleri kadar iç güce sahip olmasına rağmen temkinli, hırslı ve düşüncesizce otoriter bir adamdı; İspanyol Fas'ında gençliğinde cesur, orta yaşında isyancıları İspanya İç Savaşı'nda zafere taşırken acımasızca yıpratıcı ve sonrasında siyasetin gri alanlarında kinci ve sözüne güvenilmeyen bir askerdir. Müttefiklerini ve düşmanlarını bölme ve yönetme konusunda rakipsiz olan Franco, aynı zamanda sadece kendine özgü şansının rejiminin yurtiçinde ve yurtdışında çökmesini engellediği fikirlerine de yatkındı. Hayatının sonunda bile buna inanıyordu.

Aslında Franco'nun biçimlendirici yılları, 1890'lar İspanyası'nin ataerkil normlarına ve aile ikiyüzlülüklerine 21. yüzyıl psikolojisi empoze edilerek de açıklanabilir. Donanmanın hiçbir şey olmadığı bir İspanya'da donanmanın her şey olduğu bir Galıçya liman kenti Ferrol'da, şefkatli bir anne ve dik başlı sonradan yabancılaşmış bir babanın çocuğu olarak Franco'nun çocukluğu, yüzyılın başındaki çalkantılarla şekillendi. 1898 savaşında İspanya'nin büyük müstemlekelerinin kaybı, Fas'ın kuzey kesimindeki İspanyol kontrolünü genişletmek için yeni seferlerle ulusal onuru yeniden tesis etmeye kararlı bir nesil ordu subayını harekete geçirdi.

Kendi neslinin çoğu gibi Franco da, odaklanmamış bir ulusal yenilenmeye ve bunu başarmanın ordunun sorumluluğuna inanıyordu. Genç bir subay olarak Franco başarılı oldu. Sosyal beceriksizliğine rağmen, 1917'de daha üst bir sosyal statüye sahip biriyle evlendi. Astları ve subay arkadaşları, savaş meydanındaki cesaretine saygı duydu ve 31 yaşında Franco, Napolyon'dan bu yana Avrupa'nin en genç generali oldu. İkinci Cumhuriyet (1931-36), doğası gereği muhafazakâr ve Katolik içgüdülerini yabancılaştırdı. Ancak diğer önde gelen ordu komplocularının aksine, Franco siyasi olarak çok daha bencil ve esnekti. Ne fazla monarşist, ne fazla faşist, ne de fazla cumhuriyetçiydi: Bu faktörler, İspanyol Fas'ındaki seçkin birliklerin komutası kadar, onu İç Savaş'ın onuncu haftasında başkumandan - Generalísimo - yaptı. Ekim 1936'da Madrid'e yürüyen akıllıca operasyonlarına ve Hitler ile doğrudan diplomatik ilişkilerine ek olarak, Franco sağcıları en az bölen liderdi. Tabii ki ne müttefikleri ne de düşmanları, kısa boylu Galiçyalı'nin yarım yüzyıl iktidarda kalacağını hayal etmişti.

1939 zaferinin ardından İkinci Dünya Savaşı'nin inanılmaz derecede geç dönemlerine kadar Mihver Devletleri'nin zaferinin muhtemel olduğuna inanan Franco, savaş dışı statüsünden tarafsız statüsüne dönmekte çok yavaş davrandı. Kendini yenilgiye uğratan ekonomik özerklik dayatarak ve başta kendinin ve astlarının yolsuzluklarına göz yumarak rejiminin savaş sonrası izolasyonunu daha da ağırlaştırdı. 1939 sonrası dönem: hidroloji, sulama ve yeniden yerleşim planları da dahil olmak üzere 1940'lar ve 1950'lerin kalkınma çılgınlığının yarattığı tahribat kayda değerdi. Diplomatik bağlam büyük ölçüde Avrupamerkezci ve Franco'nun Arap dünyasıyla alışılmadık derecede iyi ilişkileri veya Latin Amerika ile bütüncül bağları bu dönemde gelişti.

Dünya ticaretinin ve turizminin ekonomik etkisini iyi kullanarak 1959'dan sonra liberalleşme ekonomiyi nihayet iyileştirdiğinde, tıpkı Soğuk Savaş sonrası Çin Komünist Partisi'nin Maoizm'in dehşetinden sonra yaptığı gibi, Franco rejimi de itibar kazandı. Bazıları Franco'yu İspanyol tarihinin akışını kontrol etmeye kararlı dev bir baraj olarak tanımladı. Ancak, Kasım 1975'teki ölümünden 50 yıl sonra, şaşırtıcı olan, ölümünden sonra açılan barajın büyüklüğü değil, aslında ardındaki ideolojik boşluk oldu.

Gençliğin isyanı, Avrupa kültürel normları ve Katolik Kilisesi'nin geri çekilmesi, diktatörlüğü son yıllarında yıprattı. Ancak iç ve dış muhalefetin birleşememesi ve rejimin kitlelere aşıladığı kasvetli apolitiklik, Franco'nun doğal bir ölümle ölmesine yol açtı; bu da Avrupa’nın en iğrenç diktatörlerinden biri için kim ne derse desin kayda değer bir başarıydı.

Kendisini dev aynasında gördüğünün son örneği de rivayete göre ölüm döşeğinde gerçekleşmiş. Doktorları diktatöre hasta yatağından balkona çıkmasını, zira İspanyol halkının kendisine güle güle demek istediğini belirttiğinde, “Niye, bir yere mi gidiyorlar?” demiş. Ölümünden elli yıl sonra İspanyol halkının müspet bir yol takip etmeyi tercih ettiğine, Franco’nun ise tercih etmediği ama hak ettiği cehennem alevlerine kavuştuğuna inanan yüz milyonlarca demokrat var.