M. UMUT KARAKÜLAH
Bazı kitaplar yazarını anlatmaz, onu olduğu hâliyle ifşa eder. “Anadolu Ateşi” de böyle bir kitap. Yarım yüzyıla yaklaşan gazetecilik serüveninde haberden yoruma, diplomatik analizden akademik yayına kadar farklı alanlarda kalem oynatmış bir ismin, bu kez hem kendi iç yolculuğunu hem de Anadolu’nun kadim belleğini okurla paylaşma arayışıdır. Duayen gazeteci Yusuf Kanlı, bu defa kelimeleri birer bilgi tanesi olarak değil; hatırlamanın, yüzleşmenin, hatta içsel bir yürüyüşün harcı olarak kullanıyor.
“Anadolu Ateşi” yalnızca mitlerin, efsanelerin veya tarihsel figürlerin anlatıldığı bir metin değil. Aynı zamanda bir düşüncenin, bir sezginin ve belki de bir özlemin kayda geçirilmiş halidir. Bu kitabın sayfaları çevrildikçe okur, bir yazarla değil; bir anlatıcıyla, bir yol arkadaşıyla baş başa kalır.
Yusuf Kanlı, Türkiye’nin yakın tarihine tanıklık etmiş bir gazeteci, ama bu kitapta sıfatları değil, soruları öne çıkıyor. Bu ilk kişisel kitap, ancak Kanlı’nın kaleminden çıkan onlarca bilimsel bölüm, mülakat, analiz ve makale düşünüldüğünde aslında uzun bir yolun samimi bir durağı.
Anadolu Ateşi, sadece bir anlatı değil, aynı zamanda bir hesaplaşma, bir hafıza tazeleme ve belki de en çok bir “yeniden sorma” çabası. Biz de o soruların kaynağını, ateşin etrafında toplanan sözleri ve yazıya duyulan sadakati kendisinden dinledik.
“ANADOLU ATEŞİ, BELLEĞİMDE İZ BIRAKAN MİTLERİ, EFSANELERİ VE FELSEFİ SORULARI HARMANLAMA ÇABAMIN ÜRÜNÜ”
- Sayın Kanlı, Anadolu Ateşi yayımlandı. İlk kitap olarak sizde nasıl bir karşılığı var?
- Yusuf Kanlı: Doğrusu bu kitap, yazı hayatımın başı değil, ama dönüp kendime sorduğum ilk adım sayılır.
Yıllar boyunca çok farklı alanlarda yazdım; terörle mücadeleden Kıbrıs meselesine, medya özgürlüğünden uluslararası hukuka kadar çok sayıda bilimsel çalışmada, kitapta bölümlerim yayımlandı. Ama Anadolu Ateşi gibi doğrudan bana ait, adıma yazılı ilk kitaptı bu.
Yine de yazdığım her metin –ister birkaç paragraflık bir haber, ister kapsamlı bir röportaj ya da teknik analiz olsun– benim için aynı değerdeydi. Çünkü hepsinde bir sorumluluk vardı: Okura, gerçeğe, zamana ve mesleğe karşı.
Bu kitabı da öyle yazdım. Elime kalemi her aldığımda, gazeteciliğin temel ilkeleri –dürüstlük, denge, kaynakla konuşmak, içeriğe sadakat– hep rehberimdi.
Anadolu Ateşi, yıllar içinde biriken, belleğimde iz bırakan mitleri, efsaneleri ve felsefi soruları harmanlama çabamın ürünü. Bu kitap bir tür içsel yolculuk. Hem Anadolu’nun binlerce yıllık kültürel mirasına hem de insanlığın ortak bilinçaltına doğru bir keşif. Her anlatı, aslında kendi kişisel arayışımın, kendi varoluşsal sorularıma verdiğim cevabın bir yansıması. Sadece anlatmak değil, anlamak ve birlikte düşünmek istedim.
- Kitapta mitoloji, felsefe, tarih iç içe. Bu çok katmanlı yapı nasıl oluştu?
- Yusuf Kanlı: Bir yönüyle bilinçli bir tercihti; ama daha çok, hayatın bana verdiği birikimin yazıya sızması diyelim.
Çünkü sadece bugüne bakmak yetmiyor. Bazen bir sorunun cevabı, on yıl önce değil, on bin yıl önce verilmiş olabiliyor. Anadolu toprakları tam da böyle bir yer: Ayak bastığınız her yerde bir katman daha var.
Şahmeran, Prometheus, Kibele… Bunlar sadece mitolojik figürler değil; aynı zamanda bugünü anlamaya çalışırken sırtımızı yasladığımız kadim karakterler.
Ben bu anlatıları güncellemedim, sadece yeniden dinledim. Ve dilim döndüğünce aktarmaya çalıştım.
Mitleri yalnızca geçmişin romantik hikâyeleri olarak değil, bugüne ışık tutan evrensel semboller olarak görüyorum. Jung’un arketip teorisinden de ilham aldım. Kibele, Şahmeran, Delphi Tapınağı’ndaki “Kendini Bil” sözü gibi öğeler sadece tarihsel değil; aynı zamanda insanın kendiyle hesaplaşmasının metaforları.
Anlatımda hem bir anlatıcı figürü hem de sorgulayan genç karakterler aracılığıyla okurla etkileşim kurmaya çalıştım. Hikâyeyi bir sahil akşamında ateş başında süren bir sohbet atmosferinde kurmak bu yüzden bilinçli bir tercih oldu.
- Kitabın dili hem içten hem iddialı. Bunu nasıl dengelediniz?
- Yusuf Kanlı: Yıllar içinde şunu gördüm: Etki yaratmanın yolu bazen sakinlikten geçiyor. Gürültüyle değil, sadakatle yazılan cümleler yer eder.
Kitabın dili için özel bir kurgu yapmadım. Nasıl düşünüyorsam öyle yazdım. Yalınlığı hedefledim ama yüzeysellikten uzak durdum.
Yer yer düşünce yoğunluğu, yer yer metaforlar oldu. Ama temel çabam şuydu: Okur, kitabı okurken onunla aynı ateşin başında oturuyormuş gibi hissetsin. Ne yukarıdan ne uzaktan. Yan yana…
Okura sadece hikâye anlatmak istemedim; birlikte düşünmek, birlikte sorgulamak istedim. Bu nedenle anlatımda hem edebi yoğunluk hem de felsefi açıklık aradım. Karakterler arasında karşılıklı konuşmalar, itirazlar, sorular yer alıyor. Böylece okur, sadece izleyen değil, düşünsel akışa katılan bir birey haline geliyor. Okuyucuya bir şey öğretmekten çok birlikte anlam aramayı tercih ettim.
“EFSANELER, ZAMANIN ÖTESİNDEN GELEN YANKILAR GİBİ”
- Anadolu mitlerini bugüne taşımak neden önemliydi sizin için?
- Yusuf Kanlı: Çünkü bu mitler bizimle hâlâ konuşuyor.
Teknolojimiz değişti, kelimelerimiz de… Ama duygularımız, çelişkilerimiz, çıkmazlarımız çok da farklı değil. İnsanlık değişse de temel korkularımız, arzularımız ve umutlarımız aynı kalıyor. Efsaneler, zamanın ötesinden gelen yankılar gibi… Şahmeran, bilgelik ile ihaneti; Kibele, doğurganlık ile gücün dengesini; Prometheus’un ateşi ise özgür irade ile cezalandırılma arasındaki gerilimi anlatıyor. Bugünün insanı, bireysel özgürlük ile toplumsal baskı arasında gidip gelirken bu mitlerde kendini bulabilir. Yani bu efsaneler sadece geçmişe değil, geleceğe de ayna tutuyor.
Bugün bizler de güven aramakta, bilgi peşinde, adalet özleminde değil miyiz? Özümüze baktığımızda tıpkı Şahmeran gibi… Tıpkı Prometheus gibi bedel ödemeye hazır ama anlaşılmak isteyen bir yolcu görmüyor muyuz?
Bu anlatıları sadece tarihsel birer hikâye gibi sunmadım. Çünkü onlar hâlâ canlı. İçimizde, gündelik hayatımızda, hatta haber bültenlerinde bile yankı buluyorlar. Yeter ki duymasını bilelim.
- Kitabı bitiren bir okur neyle kalmalı sizce?
- Yusuf Kanlı: Bir kıvılcımla… Sorgulama arzusu, geçmişe ve kendine dair yeni bir bakış açısı ve belki de biraz içsel huzursuzlukla. Çünkü bu kitap, kolay cevaplar değil, samimi sorular sunuyor. Eğer okur bir mitin ardındaki insan hikâyesini görebiliyor ve “Ben bu soruyu kendime de sormalıyım” diyorsa, amacına ulaşmış demektir. Kitap, bir son değil, bir başlangıçtır. Ve her başlangıç, kişisel bir uyanıştır.
Her okur kendi cevabını kendisi bulmalı. Ama şunu isterim: Kitap okunduğunda, içinde bir şey kıpırdasın.
Belki bir hatıra, belki bir soru, belki bir sessizlik… Ama mutlaka bir yankı kalsın.
Ben bu kitabı yazarken büyük vaatlerde bulunmadım. Sadece dürüst oldum. Ne biliyorsam onu anlattım, ne hissettiysem onu yazdım.
Eğer biri kitabın bir cümlesinde kendi hayatına dokunan bir şey bulursa, bu benim için yeter de artar.
- Anadolu Ateşi sizin için bir dönüm noktası mı? Bundan sonra ne var?
- Yusuf Kanlı: Evet, kesinlikle öyle. Bu kitap bir tür eşik benim için. Biraz geçmişle hesaplaşma, biraz geleceğe selam…
Şu anda üzerinde çalıştığım yeni bir proje var. Adı belli: Yitik Zamanın Efsaneleri. Ama henüz detayları paylaşmak erken.
Öte yandan, yıllardır içimde taşıdığım bir başka mesele var: Kıbrıs.
Ben o topraklarda doğdum. Gönyelili, Kıbrıslıyım. Genç yaşta 1974 Barış Harekâtı’nda kendi çapımda görev aldım. Sonrasında da gazeteci olarak bu konuyu takip ettim, yazdım, Kıbrıs Türk halkının haklarını, onurlu yaşam mücadelesini savundum.
Rahmetli Rauf Denktaş’ın yakın çevresinde yer aldım. Onun “Sen kaleminle mücahitlikyapıyorsun” sözü benim için bir onurdur.
Şimdi bu deneyimi, yaşanmışlıkları ve gözlemleri yazıya dökeceğim daha kapsamlı bir çalışmaya dönüştürmek istiyorum. Hem bir vefa hem de kayıt düşme sorumluluğu olarak görüyorum bunu.
Son Söz:
Bazı kitaplar cevap vermez; sadece doğru soruyu sordurur. Anadolu Ateşi işte o sorulardan biridir: “Ben kimim, nereden geldim, neyi unuttum?”
Anadolu Ateşi, bir yolculuk kitabı. Belki ilk bakışta mitler, semboller, figürlerle örülü gibi görünse de, aslında insanın kendiyle konuşma çabasıdır.
Yusuf Kanlı’nın ilk kitabı ama aslında elli yılın birikimiyle yazılmış bir iç ses.
Gösterişten uzak, ama sözü olan bir metin. Belki tam da bu yüzden kalıcı.
Yusuf Kanlı bu kitabıyla okura bir yön çizmez; sadece pusulayı eline verir. Gerisi rüzgârla, sezgiyle, zamanla ilgilidir. Ama ateş bir kere yanmışsa, artık kimse karanlıkta değildir.