Bu yıl başka yıllara benzemiyor, bu yıl 29 Ekim tarihinde Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. Yılını kutlayacağız. Dile...
Bu yıl başka yıllara benzemiyor, bu yıl 29 Ekim tarihinde Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. Yılını kutlayacağız.
Dile kolay Türk Milletinin milli egemenlik hak ve özgürlüklerini kazanarak bir Cumhuriyet kurmayı başarmasının üzerinden tam 100 yıl geçti.
Geçmişe baktığımızda Cumhuriyetimizin ilk yüz yılı dünyanın gerçekten de en fırtınalı dönemlerine denk gelmiştir.
Birinci Dünya savaşının hemen ardından kurulan Cumhuriyetimiz kurtuluş ve kuruluş mücadelesinin hemen ardından Dünyanın en kaotik ve karanlık dönemlerine tanık olmuştur. Bu dönemde ortaya çıkan nükleer savaş tehdidi tüm insan ırkını yeryüzünden silecek ve uygarlığı yok edebilecek bir boyuta ulaşmıştır.
1929 büyük buhran, 2. Dünya Savaşı, Doğu Blokunun kurulması, soğuk savaş yılları, şiddet ve kan gölünde debelenen komşu ülkeler, komşumuz İran’da arkaik bir ortaçağ rejiminin egemen olması, SSCB ve Doğu Blokunun dağılması, Türk Cumhuriyetleri ve birçok komşu ülkenin bağımsızlığını kazanması ilk akla gelen olaylardır.
Yurt içinde ise Cumhuriyet rejimine ve Milli Egemenlik ilkesine saldıran darbeler, art arda yaşanan ekonomik krizler ve terör dalgaları unutulamayacak izler bırakmış olaylardır.
Cumhuriyetimiz bütün bu badireleri yıkılmadan atlattı ve bu yıl itibariye yüz yıldır dimdik ayakta, şimdi ise ikinci yüzyıla adım atıyoruz. Yaşanan tüm bu çalkantılara rağmen halkımızın “kayıtsız şartsız milli egemenlik” ilkesine ve cumhuriyete olan bağlılığının güçlenerek sürmekte olması geleceğimiz açısında son derecede umut vericidir.
Bakınız yüzlerce yıl boyunca süren, halkın egemenlik hak ve özgürlüklerine zerrece önem vermeyen, imkân tanımayan bir saltanat ve hilafet rejiminden kurtulmak gerçekten de kolay değildir. Kolay değildir çünkü bu rejim her ne kadar halkın egemenlik hak ve özgürlüklerini gasp etmiş olsa da binlerce yıldır propagandası yapılan “beni tanrı seçti, yönetmek benim tanrısal hakkım çünkü ben asil kandan geliyorum” yalanı üzerine bina edilmiştir.
Cumhuriyetimizin kuruluşunun üzerinden yüz yıl geçmesine ve cumhuriyet devrimi sayesinde kazanılan bunca hak ve özgürlüğe rağmen bu topraklarda hala bir hilafet ve saltanat sempatisi varsa, hala Osmanlıcılık yapılabiliyorsa bu yalan propagandanın halkın zihni ve ruhunda bıraktığı derin ve karanlık izler sayesindedir.
Yaşanan bu kafa karışıklığı ve mantıksız sempatide elbette soğuk savaş yılları boyunca ülkemizde komünizme karşı mücadele çerçevesinde ABD ve İngiliz istihbaratının güdümünde yürütülen laikliğe karşı İslami düzen ve cumhuriyete karşı Osmanlı, Selçuklu güzellemesi yapan propagandaların da etkisini yadsımamak gerekir.
NATO ve sair uluslararası ittifakların istihbaratı tarafından yürütülen yeşil kuşak projesi çerçevesinde tarikat ve cemaatlerin desteklenmesi, beslenip güçlendirilmesi komünizm ve SSCB’nin Anadolu coğrafyasında yayılmasının önünde bir bariyer olarak düşünülmüştü.
Türkiye’de milliyetçi olduğunu iddia eden partilerin bile milliyetçi ideolojinin en temelde hanedan rejimlerine karşı savaşarak milli egemenlik hak ve özgürlüklerini kazandığını bir kenara bırakıp Osmanlı ya da Selçuklu güzellemesi yapması, simge ve sembol olarak Osmanlı simge ve sembollerini kullanması da bu komünizme karşı mücadele propagandası yüzündendir.
Milliyetçiyim diyenlerin milliyetçiliği bırakıp Osmanlıcılık yapması ve kitlelere bunu milliyetçilik olarak anlatması da hep komünizm ile mücadele ve yeşil kuşak propagandası kapsamındaki propaganda işleridir.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken karşımızdaki en önemli tehdit arkaik hilafet ve saltanat hikâyeleri peşinde koşanların milli egemenlik ilkesini ortadan kaldırıp Cumhuriyetimizi teokratik bir diktatörlüğe dönüştürmesidir.
Bunlar bu gün artık bu taleplerini açık açık dile getirmekten dahi çekinmemekte Türkiye Cumhuriyetini yıkıp bir hilafet devleti kurma hayali güdenler Cumhurbaşkanı danışmanlığı yapabilmekte, devletin desteklediği konferanslarda bu arkaik düşüncelerinin propagandasını dillendirebilmektedirler.
Bakınız dış tehditleri herkes bilir, lakin dış tehditlerin yanı sıra cumhuriyetin ile halkın egemenlik hak ve özgürlüklerinin karşısındaki başlıca iç tehditler şunlardır:
- Monarşi rejimleri, hanedan egemenlikleri
- Dini egemenlikler
- Diktatörlük rejimleri
- Bölücü hareketler
- Tekel ve karteller
Her beş maddede hem cumhuriyeti ve hem de halkın egemenlik hak ve özgürlüklerini ciddi bir biçimde tehdit eder ve ne yazık ki Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken bu iç tehditlerin hepsi de hala ciddi birer tehdittir. Bu tehditlere karşı son derecede uyanık olmalı ve gerekli önlemleri hiç vakit kaybetmeden almalıyız.