Ülkemizde yaşanan 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremler söz yerindeyse taş üstünde taş, geride kalanların gözünde yaş...
Ülkemizde yaşanan 7,7 ve 7,6 şiddetindeki depremler söz yerindeyse taş üstünde taş, geride kalanların gözünde yaş bırakmadı. Kentler harabeye döndü. Kalanlar çaresiz, umutsuz ve mutsuz ne yapacaklarını bilemez haldeler.
Sistemden beslenen asalakların kâr hırsı ile yaptıkları, derme çatma binalarda on binlerce insanımız yaralı kurtulurken yine on binlerce insanımız da hayatını kaybetti. Genciyle yaşlısıyla kadınıyla erkeğiyle nice umutlar, hayaller moloz yığınlarının arasında yok olup gitti
Tabii ki felakette, deprem bölgesin olmasının rolü var. Binaları deprem yönetmeliğine göre yapmayanların, gereği gibi kontrol etmeyenlerin, nitelikli malzeme kullanmayanların hiç sorumluluğu yok mu?
İşini gereği gibi yapan; ahlaklı, onurlu, insani değerleri öne çıkararak mesleki sorumluluğunu yerine getiren insanlara asla sözümüz yok. Böyle pek çok insanın olduğunu tabii ki biliyoruz. Yüreği ülke ve insan sevgisiyle dolu bu meslek insanlarını canı gönülden kutluyoruz.
Peki bizlerin yani halkın, bizlerin hiç mi kusuru yok?
Hep ezilmekten, ötekileştirmekten söz ediyoruz, yoksulluktan söz ediyoruz bunlarda bizi payımız ne?
Yöneticilerin, muhalefetin yani erk sahiplerinin ötekileştirme çabasına bizler nasıl bir tepki veriyoruz?
Ezilenler ne kadar omuz omuza yan yana oluyoruz?
Seçimlerde, bizi birbirimize karşı ötekileştirmek isteyenlere karşı nasıl davranıyoruz?
Kaçak yapılara çıkarılan imar affına, iktidarı da muhalefeti de alkış tutmuyor mu?
Aynı sokakta oturanlar, aynı fabrikada çalışanlar, aynı tarlada ırgatlık yapanlar ne oluyor da seçim sandığına giderken, bir taraf kendini diğerlerinden ayırarak, ayağındaki çarığı, başındaki sarığı unutarak, açlığını, açıklığını, sağlık, eğitim ve daha pek çok konuda sefilliğini unutarak saraylarda saltanat sürüyormuş gibi kralın yanında saf tutuyor, kendini kral sanıyor?
Belki daha çok sorulabilir ama nafile. Biraz çıkar, biraz cehalet, biraz da hile. Bizleri getiriyor bu hale…
Nazım Hikmet’in “Dünyanın en tuhaf mahluku” şiirinde ne güzel anlatmış insanın sorumluluğunu…
“Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın ne yazık ki.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, çalıştırsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yanı,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve barındırmamızı sağlamak için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilimle değişmiyor ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
Birlik ve beraberliği; elbette doğal felaketlerde, insanların çaresiz, yetersiz kaldığı zamanlarda, ülkemize karşı emperyalist saldırılara, işgallere ve yaptırımlara karşı sağlayacağız. Asıl bizim hayatımızı, yaşamımızı ilgilendiren birliği ve beraberliği sağlayacağımız yer ise; seçim sandıklarıdır, seçimlerde vereceğimiz oyun rengidir. Çünkü tek söz söyleyeceğimiz, sözümüzün dinlendiği, değer verildiği, birileri tarafından mecburen! değer bulduğu yer sandıklardır.
Ön yargılarımızı bir kenara bırakarak oy sandığında doğru kararlar vermeliyiz. Şu asla unutulmamalıdır ki “ne ekersek onu biçeriz”