“Kadın mezar taşına değil, hayata değer ister!”

Bir kadın daha toprağa düşmeyecek…
Çünkü biz ölmek için değil, yaşamak için varız. Kadın cinayeti kader değildir, insanlığın en büyük utancıdır. Her sessizlik, bir sonraki ismin listede yerini almasıdır. Ve bil ki, sustukça o isim belki de sen olacaksın.

Biz artık susmayacağız.
Biz artık korkmayacağız.
Biz artık yaşam hakkımızı savunacağız.
Çünkü yaşamak, en temel hakkımız.

Çocuk gelin, suskun kadın, henüz çocukken, ne olduğunu anlamadan gelin oluyor, erken anne oluyor. Şiddet ve hakaret altında eziliyor. Geri dönecek bir yer yok, “dul” ve “çocuklu dul” damgasıyla toplum dışlıyor. Bu yüzden susuyor, çünkü sesini çıkarırsa daha büyük bedeller ödeyeceğini biliyor.

Bekar kadınlar da evde ve sokakta şiddetle, dışlanmayla karşılaşıyor. Ekonomik zorluklar ve toplumsal önyargılar içinde korunmasız kalıyor, seslerini duyurmakta zorlanıyorlar. Bu görünmez acılar, bedenlerinde ve ruhlarında derin yaralar bırakıyor. Bekar kadınların yaşadığı şiddet, toplumun görmezden geldiği önemli bir gerçek.

Bu suskunluk, içten bir haykırış. Her gün hayatta kalmak için direniyor. Onların hikayesi sadece acı değil, aynı zamanda değişim ve adalet çağrısıdır. Çünkü hiçbir çocuk gelin, susturulmuş kadın kader değildir, onlar hak ettikleri hayatı bekliyor.

Umudun zor, zorlu yolu ve yolculuğu başlasın istiyor. Bir gün artık susamıyor, yüreğinde bir kıvılcım yanıyor: “Yeter!” diyor kendine. Boşanmak istiyor, ayrılmak istiyor ama önünde dikenli bir yol var. Sonun ne olacağını bilse de kendisi ve çocukları için cesaretle yola çıkıyor. Belki ailesi onu kabul edecek, belki de yalnız kalacak. “Çocuklara annem bakar, ben çalışırım” diye küçük ama büyük bir umut kuruyor.

Her adımda engeller, yorgunluk ve çaresizlikle boğuşuyor. Avukatlar, karakol, mahkemeler, davalar, belirsizlikler… Ama o vazgeçmiyor. Çünkü bir kadının içinde, hayata ve çocuklarına olan sevgi en güçlü sığınak. Bu direnç, içindeki umut ışığı onun en büyük gücü.

Karanlık günlerin arasında, umudunu hiç kaybetmeden, yarınları için savaşıyor. Yorulsa bile yorulmadan… Çünkü biliyor, gerçek özgürlük, kolay kazanılmaz, ancak inatla, cesaretle ve sevgiyle mümkündür. Ve o, bu zorlu yolda asla yalnız değil.

Ve bir gün… Erkeğin karanlık yüzü beliriyor. Kadının onu terk etmesini kabul edemez, kadının kendi ayakları üzerinde durması onun dünyasını yıkar. İçindeki öfke ve kin büyür, kadının başka bir hayat kurması onu perişan eder. Sevdiğini değil, kendini kaybettiğini hisseder ve bu kayıp onu acımasız bir canavara dönüştürür. Kadının özgürlüğü onun için tehdit, mutluluğu ise intikam ateşidir.

Kadınlar sadece dış düşmanla değil, içlerindeki bu karanlıkla da mücadele etmek zorundadır.

Ölüm kıskacındaki kadının bu ülkede bir adı yoktur, çünkü her adımı ölümle hesaplaşmaktır. Evlendiğinde bile özgürlüğü ellerinden alınır, boşandığında ise hayatının en büyük tehdidiyle karşılaşır. Ayrıldığında, sevgili olduğunda, her ilişkisinde canını korumak zorundadır.

“Namus” dedikleri bir kılıftır; ağabey öldürür, baba öldürür, sevgilisi öldürür, eski koca öldürür. Kadın değil, onun bedenidir aslında hedef alınan. Bu korkunç gerçek, onu isimsiz, görünmez kılar. Susması istenir, çünkü sesi yükselirse hayatta kalması daha da zorlaşır.

Ve sistem? Çoğu zaman suskun, sessiz kalır, ya da koruma kararları gecikir. Oysa her kadın, her kız, kendi yaşamında bu adaletsizliğin ağır yükünü taşır. Yıllarca susturulmuş, bastırılmış acıların içinde, kendi adını, kendi hayatını savunmaya çalışır.

Ayşe Kulin’in romanın adında dediği gibi Kadının adı yoktur belki; ama acısı, direnişi ve umudu en yüksek sesle haykırır. Bu haykırış, kadınların hayatını değil, bu karanlık düzeni sarsmalıdır. Çünkü gerçek adalet, onların adıyla başlar.

Soğuk gerçekler, 2025’in daha yarısına gelmeden, tam 136 kadın, kendi evinde, kendi ailesinden biri tarafından ya da en güvendiği sevdiği adam tarafından öldürüldü. Üstelik 145 kadın daha var, hayatını kaybetti ama kimse nedenini tam bilmiyor, şüpheli ölümler… Yani her gün, başka bir anne, başka bir kız evinden bir daha dönmemek üzere alınıyor.

Geçen yıl ise tam 394 kadın can verdi. Resmi rakamlara göre bu, şimdiye kadar en acı rekor. Ve daha da acısı, küçücük kız çocukları var; henüz çocukken, oyun oynaması gerekirken, yüzde 15’i 18 yaşından önce evlendiriliyor. UNICEF Türkiye ve yerel araştırma raporlarından derlenen güncel verilere dayanmaktadır. Bazı yerlerde ise bu sayı neredeyse üçte bire çıkıyor.

Düşününüz…daha ayakları yere basmadan, çocuk hayalleri kurmadan bir kız evlendiriliyor, hayata hapsediliyor. Toplumun sessiz onayıyla, “namus” denen bir yükle yükleniyor. Annenin kalbi paramparça, evladının özgürlüğü elinden alınırken, sesini çıkaramıyor.

Bu gerçekler, hepimizin yüreğini dağlıyor. Her bir sayı bir can, her can bir aile, her aile bir acı demek. Bu acı hepimizin acısı. Ve artık yeter! Bu tablo değişmeli, her kadın evinde huzurla yaşayabilmeli.
Çünkü her kadın, bir anne; her anne ise geleceğimizin umududur.

İsyan, acı ve kararlılık…
Biz ölmek istemiyoruz…
Daha yeni hayatın baharındayız, ellerimizde hayaller, yüreğimizde umutlar. Çocuklarımızı büyütmek, okullarımızı bitirmek, özgürce yürümek istiyoruz. Ama her gün bir gencin, bir kızın, bir kadının ışığı söndürülüyor. Toprak oluyor umutları, suskun kalıyor sokaklar.

Kadın cinayeti kader değil, kirli bir cinayettir. “Aşk” adı altında işlenen her ölüm, bizim gözyaşımızdır, içimizde büyüyen acıdır. Adalet yoksa umut da yok, çare arıyoruz, ama bulamıyoruz. Sistem sessiz ve suskun, dünya duymazdan geliyor, biz ise çaresizliğin içinde çırpınıyoruz.

Sustukça sıra bize gelecek! Bizler sadece rakam değiliz, toprak olan genç kadınlar, sönmüş hayatlar değiliz. Biz, hayata tutunmaya çalışan, acılarına rağmen direnen, isyan eden kadınlarız.

Bir kadın daha eksilmeyeceğiz! Çünkü biz mezarlıklarda değil, hayatın içinde saygı ve özgürlük istiyoruz. Bu karanlık içinde bile, biz bu saygıyı, bu hakkı söke söke alacağız. Yaşamak bizim en doğal hakkımız ve bu hak için yılmadan mücadele edeceğiz.

Neler yapalım…
🍀 Önce aileler sahip çıkmalı; kadınların ve kız çocuklarının yanında durmalı, onları korumalı ve desteklemeli.
🍀 Mahallelerde kadınlardan oluşan küçük gruplar kuralım, şiddet olaylarını önceden fark edip yetkililere haber versinler. Böylece kadınlar daha güvende olsun.
🍀Okullar, hastaneler ve sosyal hizmetlerde şiddet riski olan aileleri erken tespit edecek sistemler olsun, ilk işaretlerde yardım gelsin.
🍀18 yaşını geçen her erkek, kadına saygı ve şiddeti önleme dersi alsın. Ehliyet, askerlik gibi işlere başlamadan önce bu eğitim şart olsun.
🍀Kadınların hemen yardım çağırabileceği küçük, akıllı cihazlar devlet tarafından ücretsiz verilsin. Böylece tehlikede kolayca destek alsınlar.
🍀Kadınların kendi işlerini kurması için faizsiz, geri ödemesiz küçük destekler verilsin. Kadın kooperatifleri desteklensin.
🍀Başarılı kadınların hikayeleri medyada sık sık yer alsın, genç kızlara cesaret versin.
🍀Şiddet uygulayan erkekler, ceza sonrası zorunlu empati ve sorumluluk derslerine katılsın, böylece şiddet döngüsü kırılsın.

Çaresiz kadınlar yalnız değil. Devlet koruma mekanizmalarını güçlendirmeli, caydırıcı cezalar vermeli, erken yaşta evlilikleri engellemeli, kadınların ekonomik bağımsızlığı için fırsatlar sunmalı. Kadınlar korunmakla kalmayıp güçlendirilmelidir.

Toplumun her kesimi, aileden okula, medyadan yargıya kadar kadına yönelik şiddete karşı birlikte hareket etmeli. Kadınların sesi kısıldıkça, hepimizin geleceği kararıyor.

SONSÖZ
Bu utancı birlikte sona erdireceğiz. Kadın cinayetlerini kader değil, suç sayacağız. Şiddete sessiz kalmayacağız. Her adımda, her nefeste, her sesimizle haykıracağız: “Kadınlar ölmez, öldürülür!”

Ve ekleyeceğiz: “Bir kadın daha eksilmeyecek!”

Çünkü biz varız, sesimiz var, gücümüz var. Hep birlikte, omuz omuza, özgür ve eşit bir hayat için durmadan, yorulmadan mücadele edeceğiz. Bu dava, insanlığın davasıdır. Gelecek, kadınların elindedir.