Türkiye’nin demokrasisi, az insanın kararına, çok daha fazla insanın uymasına veya uygulamasına dayalıdır. Sanırız ki, seçim...

Türkiye’nin demokrasisi, az insanın kararına, çok daha fazla insanın uymasına veya uygulamasına dayalıdır. Sanırız ki, seçim sandıklarına attığımız oylar eksiksiz demokrasiyi sağlıyor, seçtiğimiz insanlara olabildiğince güvenerek geniş yetkiler veriyor, yine sanırız ki gelecek seçime kadar görevimizi tamamlamış oluyoruz.

Sanırız ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, il genel meclisi veya belediye meclisi için seçtiğimiz insanlar bizleri eksiksiz, kusursuz temsil edecek, halkın temsilcileri, o makamlardan bizlere adalet, huzur, sevgi, saygı, hoşgörü ve dostluk için gerekli olan sihirli dernekleri gönderecek.

Türkiye, 14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerine giderken, seçmenleri, oy verenleri, vermeyenleri, açıkçası halkımızı temsil edeceklerin belirlenmesi yöntemine bakar mısınız? Parti üyeleri değil, birkaç kişi belirliyor adayları. Aday adaylarının hazırladığı ve kendilerine ilişkin belgelerin yer aldığı dosyaları önce bir kişi değerlendiriyor, sonra bir iki kişi. Aday adaylarının yaşantılarına, yaptıklarına, yapacaklarına ilişkin belgelerden parti üyelerinin bilgileri hiç yok. Olsa bile ne fark eder, etkileri ve yetkileri bulunmuyor ki. En fazla yapabilecekleri, bir yakınlıkları varsa, değerlendirme yapacak kişi veya kişilere ulaşmaya ve aday adayının aday olarak belirlenmesine, seçilebilme olasılığının yüksek olduğu bir sıraya konmasına katkıda bulunmaya çalışmak.

Siyasal partilerde adayları belirleyecek ve sıralamayı yapacak olanların işleri kolay değil. Adaylık için başvuran çok değerli bir dostumun şu sözlerini, anlamlı bir önerisini sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Aceleye gelen ve bu nedenle ön seçim gibi demokratik yöntemlerin, zaman darlığı nedeniyle kullanılamadığı 14 Mayıs seçimlerinde, adalet ve özgürlüğe inanan tüm siyasal partilerin, adaylarını, kariyer ve liyakat esaslarına göre, halka yakın olabilenlerden belirlemesinde yarar görmekteyim.”

Bir diğer aday adayı dostumun da, bir gazetede “Müracaatımı yaptım. Takdir Genel Başkanım ve yöneticilerimin” dediğini okudum. Keşke “Takdir önce partimizin üyelerinin ve sonra halkın” diyebileceği bir ortam sağlanabilseydi.

Türkiye’nin insan politikası çağdaş değerlere, bilime, demokrasiye, eşitliğe ve elbette adalete dayalı, eğitimimiz gerçekten eğitim olsaydı, bu çağda bunlar yaşanmazdı. Çocuk yaşlardan itibaren ailede, okulda, üniversitede ve işyerinde gerçek anlamda eğitim verilseydi, bilgilendirme yapılsaydı, dünün çocukları ve gençleri, bugünün erişkinleri olarak, bizlere siyasetteki bu çarpıklıkları yaşatmazlardı.

Çocuklara ve gençlere “geleceğimiz” diyenlere şunu söylemek isterim. Çocuklar ve gençler sadece geleceğimiz değil, bugünümüzün de umudu, mutluluğu ve ortakları. Onlar hem geleceğimiz, hem bugünümüzün ortakları. Gelecekte, daha sonra doğacak olan çocuklar da onların ortakları olacak.

Artık erişkinler dediğimiz kadınlar veya erkekler, anneler, babalar, büyükler, öğretmenler, büyükler, çocuklarla ilgili algılarını, olumsuz ön yargılarını değiştirmeliler. Çocuk sadece elinden tutarak yürüyeceğimiz, çantasını taşıyacağımız, yediklerini çatala veya kaşığa alarak ağzına uzatacağımız, söylediklerimizin tümünü yapacak, yapması gereken canlar değil. Onlar düşünen, emek vererek çok şeyi yapabilen, yapan, yapacak olan bireyler.

Dernekler Yasası, maddesi hiç önemli değil, 18 yaşın altında olan ve çocuk diye tanımlanan bireylere, 18 yaşın üstündekilerle dernek kurmak ve sonuçta da organlarda yer almak izni vermiyor. Çocuklar, sadece çocuklarla dernek kurabilir. Bu kararda, düşünebiliyor musunuz, üniversitelerdeki bazı bilim insanlarının olurları var. Kadın, erkek bazı bilim insanları. Onlar, ailelerin de olabildiğince yakın ilgisi içinde, çocukların, her yaştaki insanlarla kuracakları gönüllü birliklerde kişiliklerinin gelişeceğini, bilgilerinin ve iletişim becerilerinin artacağını nasıl göremediler bu konu yürürlükteki Dernekler Yasasına alınırken. Hem de 2000 yılı öncesi.

Anneler, babalar, ebeveynler, öğretmenler, eğitim yöneticileri, artık çocuklarla ilgili algınızı değiştirin, geliştirin, hatta sizler değişin, gelişin. Onlar birey, onlar beyin ve beden gücü.

Ulusal ve uluslararası alanda, edebiyat, matematik, sanat, kültür ve spor dallarında çocuklarımızın, daha da geniş açıdan bakarak söylüyorum, Dünya çocuklarının kazandığı başarıları görelim artık. Aldıkları dereceler, kupalar, madalyalar, ödüller, kültürel, sosyal ve bilimsel etkinliklerde ve araştırmalardaki konuşmaları, yorumları elbette çocukların beyin ve beden güçlerinin birer kanıtı. Ailelerin, öğretmenlerin, yöneticilerin, eğitmenlerin, okulların, spor kulüplerinin, derneklerin yönlendirmesi, desteği ve katkısı ile sağlanıyor böylesi ortamlar, başarılar. Ancak, çocukların başarıları bunlar.

Yazımın son bölümünde, basınımızın üstadı, güzel yüreği sevgili Uğur Dündar’ın, 22 Mart 2023 tarihli Sözcü Gazetesinde, “Sizin sözcünüz Uğur DÜNDAR diyor ki…” köşesindeki yazısına yer vermek istiyorum. Önce yüreğinden öpüyorum sevgili Uğur Dündar’ı. Yüreğinden öpmek sözünü, ilk kez, Ankara’nın yerel ve günlük yayın organı Başkent Gazetesi muhabiri sevgili Zehra Şahindokuyucu’dan duyduğumu belirtmeliyim. Bir gün, bir telefon konuşmasında, “Seni yüreğinden öpüyorum Rıza abi” dediğinde çok gururlanmıştım.

Sevgili Uğur Dündar, yaşadığı, çok daha uzun ve ek yılları dilediğim ömrü içinde elbette alnından, yüreğinden öpülmeyi çok çok haketti.

Sevgili Dündar, “Felaket günlerinde çocuklarımızdan çok şey öğrendik!..” başlıklı yazısının ikinci bölümünde şunları kaydetti.

“Günümüze gelirsek;

Yaşadığımız büyük felakette 55 saat süreyle avucunu sıkmadan, uyumadan muhabbet kuşunu tutan çocukta GÜVENİ…

88 saat sonra “Benden önce kedimi kurtarın” diyen çocukta ADALETİ…

90 saat sonra enkaz altından çıkarıldığında kendisine uzatılan suyu “Daha muayene olmadım” diye içmeyen 5 yaşındaki çocukta BİLİMİ!..

78 saat sonra enkaz altından ses verip “Çıkamam, çıkarsam babam sıkışır” diyen çocukta MERHAMETİ!..

61 saat sonra kurtarıldığında “Annemin sesi kesildi önce ona bakın” diyen çocukta VİCDANI gördük…

İnsan olabilmenin yaşla, büyümekle bir ilgisinin bulunmadığını, felaket günlerinde çocuklarımızdan öğrendik…”

Ey büyükler, ey anneler, babalar!.. Bize çok şey öğreten çocuklarımıza, çocuklarınıza, yanlarında sigara içerek, yerlere çöp atarak, birbirinize veya onlara sözlü ve bedensel şiddet uygulayarak, ormanları, çayırları, meyve bahçelerini, meraları, dere yataklarını yok ederek, nehirleri, ırmakları, gölleri, denizleri, okyanusları kirleterek, kırsalda, köyde ve mahalledeki hayvanlara kıyarak, köylülüğü, komşuluğu, üreticiliği, dostluğu ve güveni yok ederek, Dünyayı, yetmedi uzayı silahlandırarak neyi öğretiyorsunuz biliyor musunuz, neler öğretiyorsunuz?

Ey bazı; anne ve babalar, bilim insanları, din insanları, politikacılar, gazeteciler, yazarlar, iletişim, örgütlenme, demokrasi, adalet, güvenlik ve çağdaş eğitimle ilgili çözümler üreteceğinize, yalan, iftira, hakaret ve tehditlerinizle çocuklarımıza neler öğretmeye çalışıyor, onlara nasıl örnek! oluyorsunuz, farkında mısınız?

Sizlerin varlığına ve ürettiğiniz çağdışı, insanlık dışı şiddet çeşitlerine karşın, Dünyayı yeryüzündeki cennet haline getirecekler, yine de bugünkü ve gelecekte doğacakların içinden çıkacak sevgi dolu kahraman çocuklar olacaktır.

İşiniz çok zor sevgili çocuklar, ancak kahramanlar çok zor günlerde, süreçlerde, ülkelerde çıkar.

Bugünün ve doğmayı bekleyen, sonralarda doğacak, Dünyayı, silahsız ve şiddetsiz yöntemlerle cennet yapacak çocuklara, çocukların demokratik ortamlarda örgütlenmelerine, yönetim, yürütme, denetleme ve değerlendirme süreçlerine katılmalarını sağlayacaklara, onları doğuracak annelere, babalara, yetişmelerine katkı verecek öğretmenlere, eğitmenlere, aile büyüklerine, politikacılara, gazetecilere, yazarlara, sanatçılara, sporculara selam olsun.

Şimdiden, insana, hayvana, çevreye, doğaya şiddetin olmadığı, silahların bulunmadığı yeryüzündeki cennete selam olsun.