Israrla dillendiriyor, yazılarımda ve konuşmalarımda paylaşmaya çalışıyorum. Hukuk kuraları ile getirilmeye çalışılan “Adalet” Türkiye başta olmak üzere hiçbir ülkede başarılmış değil. Hatta “Adaletsizlik” daha çok, daha etkili ve daha yaygın Dünya’da. Şiddet etkisi üreten adaletsizlik ormanında, adalet, küçük bir koruluk gibi kaldı.

Başarabildiğimiz adalet kuralları ve uygulamaları, tamamen akıllı, vicdanlı ve gerçekten hayalimizdeki insan olmayı başarabilmişlerin, iyi insan olarak yetiştirilmişlerin ürünü. Ayrıca, insanın tarihi boyunca, bu uğurda canını feda etmiş, emek ve ömür vermiş, Dünya’nın her yöresindeki çok farklı insanlara çok borcumuz var. Dikkat ediniz, insanlık tarihi değil, insanın tarihi dedim. Yıllardır, insanlık tarihinin, insana, hayvana ve doğaya yönelik her çeşit şiddetin, her yerde bitişinden sonra başlayabileceğini söylüyorum.

İnsan soyunun ortaya çıkışından günümüze dek, adalet ve adaletsizlik hep çatıştı. Aslında çatışanlar kavramlar değil, insanlar. Çatışma yok diyebiliriz. Gerçek olan, çok insanın yer aldığı adaletsizlerin, adalet ve eşitlik isteyen iyi insanlara saldırısı, baskısı, şiddeti, akılsızlığı, vicdansızlığı.

Yazımızı okuyanlar ve inceleyenler, yukarıdaki paragrafın son 5 kelimesini “Dost Dili” köşesine uygun görmeyebilirler. Ancak, dost dili, sevgi, dostluk ve hoşgörüden beslenen iyi yüreklileri hedefliyor. Peki, “iyi” olmayanlar için ne dili kullanılmalı? Bu satırların yazarı, hiçbir zaman “düşman, öteki, kötü, gavür” veya başka bir ayırımcı kelime kullanmaz. Bu yürek, bu beyin, “iyi” insanlara dosttur, kesin. “İyi” olmayanlara ise asla düşman değil. Neden, insana yakışmayan “düşman” gibi bir kelimeyi, bir anlamı, bedenimde besleyeyim ki. İyi olmayanlara bu nedenle, “iyi”leştirilmeleri gerekenler diyorum.

Size, eğitim ve sağlık hizmetleri ile ilgili olarak etkileri tamamen şiddet olan birkaç örnek vermeye çalışacağım.

Önce sağlık…

Dünyamızda genelde gelir adaletsizliği, ekonomik şiddet dorukta. Gelir adaletsizliği, işsizlik, yoksulluk ve yoksunluk dorukta iken, sağlık hizmetlerinin çeşitliliğine bakar mısınız? Devlet hastaneleri, devletin sağlık ocakları, devlet üniversitelerinin hastaneleri, özel üniversitelerin hastaneleri, özel hastaneler, Vakıf üniversitelerinin hastaneleri.

Geliri, kazancı, para ve mal varlığı çok olanların, “zenginlerin”,  sadece insanın değil, canlı varlıkların doğal hakkı sayılması gereken yurt içi ve yurt dışı sağlık hizmetlerinden yararlanmadaki ayrıcalıklarına, “üstünlüklerine” aklınız ve vicdanınız ne diyor? Toplumun bir kesimi, özel sağlık hizmetlerinin kamulaştırılması için ses yükseltmeye ve yaygınlaştırmaya başladı. Kamulaştırma yapmadan da çözüm var. Çok uzun yazmak gerek önerilerimi paylaşabilmem için. Aklım ve vicdanım şu aşamada kısaca şöyle diyor. Kamu veya özel sağlık hizmetlerinin her aşaması eşitlenebilir, özel sağlık bedelleri, sağlık ve sosyal güvenlikle ilgili kamu kuruluşlarının, devletin karşılayabileceği düzeylerde tutulabilir.

Sağlık Bakanlığına, bu konuda bir Kurultay düzenlemesini, sadece sağlık alanındaki demokratik kitle örgütlerini değil, Şiddetsiz Toplum Derneğini de davet etmesini, konuşmak hakkı vermesini öneriyorum.

Sonra eğitim…

Milli Eğitim Bakanlığı’nın adı neredeyse her yazımda geçiyor. Gerçekten, aileden başlayarak, ana okulu dahil, eğitimimiz çağdaş eğitim olsaydı, ülkemizde yaşadığımız adaletsizlikler, siyasetten topluma kadar yayılan, hayvanları ve doğayı da hedef alan şiddet çeşitleri yaşanmazdı. Müfredat dediğimiz, ana program, çocukları, yerin üstündeki cennette, sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk ve barış içinde yaşamaya hazırlardı.

Devlet okulları, özel okullar, devlet üniversiteleri, vakıf üniversiteleri, dernek üniversiteleri “zenginler” için fırsat eşitliği değil, ayırımcılığı, fırsatçılığı sağlıyor. Yukarıda sağlık konusunda yaptığımız kısa öneri, eğitim alanı için de geçerli.

Tanrı aşkına, kantinden istediğini alabilen, lokantasında istediğini yiyebilen,  istediğini alamayan, istediğini yiyemeyen, çantası, evinden getirdiği çeşitli yiyecek paketleri ile dolu olan veya kısıtlı yiyeceği bulunan öğrenci çocukların yer aldığı eğitimimiz için aklınız ve vicdanınız ne diyor? Siyasetçiler, Bakanlar, eğitimciler, eğitim yöneticileri, okul önlerinde, sokaklarda ve ortak yaşam alanlarında sigara içen veya bir şeyler yiyen, sonra da izmaritleri ve çöpleri yerlere atarak öğrencilere, çocuklara ve gençlere kötü örnek olan öğretmenler, anneler, babalar, veliler, kadın, erkek insanlar ne diyorsunuz?

Sabahın karanlığında, belki de düzenli sabah kahvaltısı yapamadan, velileri tarafından okula götürülen çocuklarla ailelerinin çektiklerine şiddet desek asla yanlış olmaz. Akşam karanlığında dersten çıkmak zorunda kalan öğrenciler ve aileleri için de şiddetin akşam bölümü diyebiliriz, değil mi?

Türkiye, öğrencilere bir öğün öğle yemeği vermek gücünden ve böylece, hiç olmazsa yemek masalarında eşitliği sağlamak anlayışından yoksun mu?

Aklınız ve vicdanınız?