Çok güzel saz çalıyor.
Kendi kendine öğrenmiş.
Abdulkadir Göğüş, ressam, harika suluboya tabloları var.
Kendi kendine öğrenmiş.
Abdulkadir Göğüş, usta bir ressam. Evinde buluştuk, bir odasına kurduğu atölyesinde konuştuk. Eşi ve evlatları Ozan’la da oturduk. Candan ev sahiplikleri için teşekkür ediyorum. İki kızları, iki de torunları varmış, sağlık dileklerimle onlara da selam ve sevgilerimi iletiyorum…
Saz
Adıyaman, Besni’li…
Çocukken, çok da hareketliyken, bir rahatsızlık geçirmiş, bir ay kadar ayağa kalkamamış. Bir akrabası ödünç saz vermiş, yattığı yerde tellerine vurup, çalmaya başlamış. Aslında ‘sesler çıkarmaya başlamış’ demek daha doğru olacak! Ev halkı isyan etse de bizim Küçük Abdulkadir, başka bir eğlence de yok, sürekli çalmış durmuş! Nasıl bir azim ve hevesle tellere vurduysa, bir ayın sonunda sazdan güzel sesler gelmeye başlamış!
Resim
Resme merakı küçük yaşların kadar gidiyor. Ne zaman kırlara çıksa, dağlara ve köyüne baksa, hep gördüklerinin resmini yapmayı hayal etmiş. Kâğıt, kalem yok, yere kazırmış…
İlkokulda kendi resmini erkenden yapıp bitirir, arkadaşlarının resimlerini de yaparmış. Öğretmen hep onun resimlerini, Küçük Abdulkadir’in yaptığını bilmeden, kaldırıp, örnek olarak gösterirmiş.
Çok ısa bir süre öğretmenliğini yapmış olsa da öğretmeni Numan Aslan’ın adını anmadan geçmedi.
Ortaokul ve lisede de resim merakı devam etmiş. Bir ara resimlerinin kaybolduğunu fark etmiş.
Sonradan resimlerini çok beğenen arkadaşlarının çaldıklarını öğrenince kızmakla gururlanmakarası duygular yaşamış. Resimlerini arkadaşlarına örnek olarak gösteren öğretmeni Eyüp Topçu’yu da analım…
Evde beyaz duvarlara, okulda tahtaya, kağıtlara resimler çizmekten, dayak o zamanlar pek yaygındı diye hatırlattı, babasından veya öğretmenlerden dayaklar yediğini de hiç unutmuyor.
Dayak memleketin dört köşesindeydi. Doğru ama, “Dayağı annemden değil de babamdan yerdim. Rahmetli annem kızardı ama bana kıyamazdı.
İkisine de rahmet olsun. Annelik ve babalık hakları unutulmaz.” diye andı anne-babasını… Dağda, evde veya okulda, yokluklar onu hiç yıldırmamış, resim sevdasını bastıramamış. İş hayatına atılmış. Çalışırken okumak istemiş. 1977…Gazi’nin resim bölümü, başka kentte ve çalıştığı için gece bölümüne girmiş. Ne zaman bir hafta-10 gün izin alıp gelse, sağ-sol olayları yüzünden ders yapılmıyor, boşuna gelip-gidiyormuş. Resim okuma sevdasından mecburen vaz geçmiş. Artık Ankara’daymış, Gazi Basın Yayın’a girmiş, okumuş. Ortak tanıdığımız Güzel İnsan Korkmaz Alemdar Hoca’nın kulaklarını çınlattık. O zamanlar derslerine girmiş…
1984… Af çıkmış, Gazi’ye dönmek için koşmuş. Genel sekreteri hiç unutmuyor, “Niyetin ne? İşin var zaten! Resimden para mı kazanacaksın!” gibi pek çok cümle kurmuş, kaydını engellemiş! ‘Böyle insanların geneli, özeli veya sekreteri yok (!) hele eğitim kurumlarında hiç işi yok’ diyerek çalıştırmamak gerek!
1987… Yıllar geçse de resim sevdası Göğüş’te hiç geçmemiş. O zamanlar Ankara’da birkaç sanat galerisi var, sergileri büyük bir hevesle geziyormuş. Vakko Sanat Galeri’sinde (internette baktım şimdi yok) Asım Yücesoy Sergisi’ni (rahmetle anıyorum) duymuş, oraya da gitmiş elbette. Resimlere o kadar ilgiyle bakıyor, önlerinde o kadar uzun zaman harcıyormuş ki bu durum sergide bulunan ressamın, Yücesoy’un da ilgisini çekmiş.
Yücesoy gelmiş yanına, “Resimle çok ilgilisiniz herhalde?” diye sormuş. İlgisini, resim yaptığını öğrenince, “Yaptıklarınızı yarın getirin” demiş. Göğüş, heyecanla 10-15 kadar resmini götürmüş, Büyük Usta, 4-5 tanesini kenara koymuş, “Böyle devam edin, bunlarla sergi açabilirsiniz” demiş. Dünyalar Göğüş’ün olmuş.
İş Bankası Galerisi (Bankanın galerisi bugün Ulus’taki bir zamanlar genel müdürlük binası, sonra şube, şimdilerde müze olan binasının üst katında-sergi olarak da İstanbul tabloları sergisi var).
Güzel Ankara, Atatürk’ün kurduğu bankanın genel müdürlüğü o zamanlar Ankara’daymış (ben de dün gibi hatırlıyorum), galerisinde, sorumlusu Enver Bey’e orada sergi açıp, açamayacağını sormuş.
“Resimleriniz fotoğraflarını getirin, genel müdürlüğe soralım” yanıtı almış. Fotoğrafları çekmiş, fotoğraflar gönderilmiş, bir ay kadar sonra eve bir mektup gelmiş.
Bingo!
Ardından Hoşdere’deki Akbank (internette baktım şimdi Ankara’da yok), Cinnah’daki Türk Amerikan Derneği (sergi salonu bugün de var)… Böylece sergileri başlamış…


Şimdilerde
Önce saz konusuna değinelim! Hasta yatağında, azimle yakaladığı müzik, çalıştığı ve yaşadığı yerde hayatında yer almaya devam ediyor. Çalışıp, emekli olduğu TOKİ kurumu personeli tarafından kurulan ve Kültür Bakanlığı saz sanatçısı Savaş Akbıyık tarafından çalıştırılan Türk Halk Müziği korosunda…
Bir de yine müziğin duayenlerinden Serbülent Yasun yönetimindeki Çiğdemim Derneği korosunda saz heyetinde.
Resim…
Şimdilerde keyifle yapıyor resimlerini. “Resim beni çok rahatlatıyor” diyor. Yılların verdiği birikimle, hayalindeki köyünü yapıyor bolca.
Düz ve toprak damlı evler boyuyor, “Şimdi kalmadılar” diye anarak. Keçiler yerleştiriyor resimlerine.
“Keçi özgürlüktür. Kimsenin ulaşamadığı yerlerde beslenir. ” diyerek, keçinin sütünün, peynirinin lezzetinin sırrını veriyor…
Sarp dağlar yapıyor. Karla kaplı. Onu çocukluğunun karlı kış günlerine götüren. Çocukken bakıp hep resmini yapmayı hayal ettiği dağları…
Söyleşimiz için bağlantı vereyim:
https://www.youtube.com/watch?v=_AFuAckU4tw&t=39
Göğüş’ten söyleşide yaptığı tabloyu bitirince fotoğrafını çekip göndermesini istemiştim, gönderdi. Paylaşalım…

Düz ve toprak damlı evler, özgür keçiler ve karlı dağlar… YouTube paylaşımındaki ilk üç yorumda bir ‘Maşallah’ (@dericizadefarukkucuk7782), bir ‘Bravo’ (@aylaaksoyoglu) ile ‘resmin içinde hayat buluyor mutlu oluyorum’ (@latifedonmez1671) yorumları almış. Bu yorumlara katılmamak elde mi?
