Türkiye, öyle bir coğrafyada, öyle kültür, dil, din, yaşam biçimi ve siyasal farklılıklar içinde bir ülke ki, kanımca, hiçbir uzman, hiçbir bilim insanı, birkaç sayfalık yazı ile bu nitelikleri tanımlayamaz. Bir kitap gerek Türkiye’yi, bu toprakların geçmişi ve bugününü tam anlatabilmek için. O zaman da, insanların, o çok sayfalı kitaptan, kesin bir tanımlama ile çıkmaları yine kanımca zorlaşır. Kafaların karışması olası.
Türkiye, öyle bir coğrafyada, öyle kültür, dil, din, yaşam biçimi ve siyasal farklılıklar içinde bir ülke ki, kanımca, hiçbir uzman, hiçbir bilim insanı, birkaç sayfalık yazı ile bu nitelikleri tanımlayamaz. Bir kitap gerek Türkiye’yi, bu toprakların geçmişi ve bugününü tam anlatabilmek için. O zaman da, insanların, o çok sayfalı kitaptan, kesin bir tanımlama ile çıkmaları yine kanımca zorlaşır. Kafaların karışması olası.
Bu yorum, Dünyamız için de geçerli.
Bu satırların yazarı, kitaplarında, yeri geldiğinde konuşmalarında veya açıklamalarında, Türkiye’yi ve Dünyayı şöyle tanımlar tek bir cümlede.
“Türkiye ve Dünya evimiz, üstünde yaşayanlar ailemiz, farklılıklar doğal zenginliğimiz.”
Farklılıklar. Tek yok ülkemizde ve dünyada. Tek doğru da yok. Herkesin, başkalarının doğruları ile ilgisi bulunmayan bir veya birden fazla doğrusu olabilir. Üzülerek belirteyim ki, bu kadar doğal zenginlik içinde tek yanlış, tek hata, tek ayırımcılık, tek istismar, tek yolsuzluk, tek yoksunluk, tek şiddet çeşidi, tek yalan, tek tehdit, tek iftira yok. Bunlar, her ülkede var ve birden çok çok fazla.
Ülkemize güzel gözlerle, güzel duygularla ve umutla bakar mısınız. Soru işareti koymadım, ünlem de koyabilirdim, noktayı tercih ettim. İnsan gücü bir zenginlik ülkemizde. Dil, inanç, ırk, köken, görüş zenginliği içindeyiz. Doğal zenginliklerimizi, insan gücü zenginliği ile birleştirmeyi başarabilsek, Dünyaya sadece ürün değil, sevgi, hoşgörü ve dostluk da ihraç ederiz. Ticaret anlamında ihraç değil, yansıtma, paylaşma, örnek olma anlamında ihraç. Bu zenginliklerin dağlar gibi, ovalar gibi, okyanuslar gibi bir araya geldiğini, gelebildiğini düşünün, sıkça dile getirdiğim gibi Dünya, hatta uzay, görebildiğimiz cennet haline gelebilir. Kadın-erkek birlikte, dayanışma içinde, aile gibi, kardeş gibi yaşayabildiği cennet. Canlı ve cansız diye tanımlanan varlıkların da yer aldığı kocaman bir cennet.
Böyle bir cennet olması gereken bu toprakların üstünde yaşayan insanların bir bölümüne, görebildiğimiz, duyabildiğimiz insanlara, gazetelere, televizyonlara ve sosyal medyaya yansıyanlara, Tanrı aşkına bir bakar mısınız?
Hiç okumamış, çok okumuş, diplomalı, diplomasız, yüksek lisans, doktora yapmış, uzman veya bilim insanı olmuş, yazan, konuşan bazı insanlarımıza, bazı siyasetçilerimize bir değil, birkaç kez bakar mısınız?
Yüzlerindeki o gerginlik nedir Tanrı aşkına. Gözlerinden fışkıran ve gören insanların içinde sanki yangın çıkarmak isteyen o ateşten kıvılcımlar neden? Bazılarımıza göre ise bunlar buzdan parçalar ve neyin belgeleri? Buzlar erir, su olur toprağı, buhar olur havayı besler. Bunlar neyin ateşi veya neyin buzu?
Farklı siyasal partilerin yöneticilerine nedir o ağır hakaretler, yapılan iftiralar, tehditler. Hatta siyasal partilerin tüzel kişiliklerine saldırılar. Kapısına kilit vurulması istenen partiler bile var, kilit vurmayı söz veya yazı ile öneren de. Kapıya kilit vurdurabilirsin elbette, düşüncelere, beyinlere, yüreklere, dillere nasıl kilit vuracaksınız ey kilitten söz eden, hakareti, iftirayı ve tehdidi sürdüren siyasetçi, yazar kardeşlerimiz.
Kardeşlerimiz dediğime şaşırmamanızı dilerim. Bu yazımın ön satılarında ne yazmıştım, yineleyeyim bir kez daha.
“Türkiye ve Dünya evimiz, üstünde yaşayanlar ailemiz, farklılıklar doğal zenginliğimiz.”
Üstünde yaşayanlar ailemiz ise kilitten söz eden, iftira, hakaret ve tehdit dilini kullanan, ağızlarından, gözlerinden hiddet ve şiddet yayılan insanlar, istesek de, istemesek de kardeşlerimizdir. İsteyerek söylediğime inanın.
Bazı ailelerin, evlerin içinde şiddet var, değil mi? Taciz, hakaret, tehdit, baskı, yaralama, öldürme…Ekonomik şiddeti de ekleyebilirsiniz. Aile ve ev, küçük birimler. Buralardaki şiddet çeşitleri, kardeş, evlat, anne, baba olmayı ortadan kaldıramaz. Türkiye ise bana göre büyük bir aile. Ne yazık ki, büyük aile içinde de şiddetin her çeşidi var. İnsana, hayvana, çevreye, doğaya. Bu şiddet çeşitleri kardeşliğimizi yok sayamaz.
Şunu kesinlikle dillendirmeliyiz. Şiddet kardeşliğe de, insanlık anlayışına da hiç yakışmaz, yakışmıyor.
Konuşanlar veya yazanlar, kendilerini rahatlatmış mı oluyorlar? Konuşmalarını dinleyenlerden, okuyanlardan kaçı alkışlıyor, kaçı eleştiriyor, kaçı mutlu, kaçı üzgün?
Acaba, hakaret, iftira ve tehdit, sadece siyasal partilere veya yöneticilerine mi yönelik? Söyleyenler veya yazanlar, binlerce, on binlerce, milyonlarca üyeye, oy verenlere ve taraftarlarına da hakaret ettiklerini, iftira attıklarını hiç mi düşünmüyorlar. Soru değil, gerçekten düşünmüyorlar veya düşünemiyorlar. Düşünemiyorlarsa, iş daha da tehlikeli.
Önce düşüncede ve ifadede, sonra da eylemde ayrıştırırsanız toplumları, ülkeleri, kardeşliğimizi yine savunurum, ancak dost diline uygun olmayan kelimeler kullanmadan belirteyim, sizlere hiç yakıştıramam. Hakaret edilen siyasi parti veya mensupları içinde, oy verdiğim, kendime daha yakın bulduğum, hatta üyesi olduğum siyasi parti de var. O sözler beni de incitiyor, bana da yönelik. Diğer partilere ve yöneticilerine yönelik olan hakaret ve iftiralarda da inciniyorum, üzülüyorum. Kabul etmiyorum, size yakışmadı diyorum. Yazıklar olsun diyorum. Aldığın ücrete, maaşa yediklerine, içtiklerine, yaşadığın ortamlara benim de katkım var, benim gibi milyonların da.
Bir görüşümü daha paylaşmak isterim. Bu yöntemlerinizle Türkiye’yi demokrasiden, içinde şiddet ve yalan barındırmayan inançlara saygılı laiklikten ve kardeşçe yaşamaktan uzaklaştıramayacaksanız. Zaten uzaklaşması demek, etrafımıza bir bakın, başkalarının ekmeğine yağ ve bal sürmek demek olacaktır. O yağlı, ballı ekmekten benim gibiler ve sizler dahil, hiç kimse bir lokma bile alamaz. Aldırmazlar bizlere. Onun için, farklılıkları doğal zenginlik sayarak birlikte ve güven içinde yaşamalıyız.
Önümüzdeki bahar aylarında, büyük bir olasılıkla Mayıs ayında Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri var. Siyaset, ittifaklarla üç parçadan oluşuyor. Cumhur İttifakı, Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı.
Bu ittifakların, büyük bir aile içinde, şiddetsiz ve demokratik bir seçim yarışı içinde olmaları zorunlu. Yakışan da bu. Hepimize, hepinize yakışan, şiddet dili kullanmadan, halkımıza yapacaklarınızı ve beklentilerinizi anlatarak, özgür, hilesiz, baskısız, tehditsiz, saygı, hoşgörü ve dostluk içinde, sonucu seçmenlerin seçim sandığına yansıması gereken özgür iradelerine bırakmak.
Bir kez daha yinelemek isterim yazımın sonlarında, başlıkla uyumlu olarak.
Bu hakaretler, tehditler, iftiralar ve hedef göstermeler, aynı zamanda kimlere bilir musunuz? Hem bana ve hem benim gibilerine, binlere, on binlere ve belki de daha fazlasına. Bunları, bana ve benim gibilerine yakıştırma hakkınız yok. Reddediyorum. Kabul etmiyorum. Sizlere de hiç yakıştıramıyorum. “İyi” değiller o sözler.
O sözlerin, o gözlerin, o dillerin, o kelimelerin, o cümlelerin ve sahiplerinin “iyi” olmalarını dilerim.