EBRU APALAK
İklim krizi, sadece bilimsel raporların ya da haber bültenlerinin konusu değil; aynı zamanda, insanların hayatlarını derinden etkileyen bir gerçeklik. Bu krizin yansımalarını, bireysel hikâyeler üzerinden anlatan sinema eserleri, toplumsal farkındalığı artırmada önemli bir rol oynuyor.
Hasan Hüseyin Alkan’ın yönettiği, İlker Akoğlu’nun birçok görevi üstlendiği “Son Yuva”, 9. Sabancı Vakfı Kısa Film Yarışması’nda, 60 bin TL’lik Birincilik ve 25 bin TL’lik Sosyal Etki ödüllerini kazandı. Tuz Gölü’nün kıyısında, kuraklıkla mücadele eden bir çobanın öyküsünü anlatan filmin müziklerini Ali Aksel Asma yaptı. İlker Akoğlu aynı zamanda filmin kurgusunu da üstlendi. Filmin görüntü yönetmenliğini Mert İnan, Akoğlu’yla beraber yürüttü. Anıl Akoğlu ise filmin seslerini kaydetti.
Hem estetik hem de teknik açıdan güçlü bir anlatım dili benimseyen ekip, izleyiciyi hikâyeye dahil etmeyi amaçlıyor. Yönetmen Alkan ve film yapımcısı Akoğlu ile “Son Yuva”yı ve sinemada farkındalık yaratmanın gücünü konuştuk.
- Son Yuva’yı çekmeye nasıl karar verdiniz? Bu hikâyeyi anlatma motivasyonunuz neydi?
- Hasan Hüseyin Alkan: 9. Sabancı Vakfı Kısa Film Yarışması kapsamında bu yılın teması “İklim Göçü” olarak belirlenmişti. Yarışmaya katılmak için bu temada bir film çekmemiz gerekiyordu. Bu konuyla ilgili araştırma yaparken Tuz Gölü’ndeki kuraklığın gitgide arttığına dair haberlere denk geldim. Bundan etkilenen bir kesim de hayvancılıkla geçimini sağlayan kişilerdi. Filmimiz için Tuz Gölü kıyısındaki köy ve mahalleleri bulup muhtarlıklarını aradık. Çoban olarak tabir edilen, hayvancılıkla uğraşıp hayatını bu şekilde sürdüren, kuraklıktan haberdar olan, bunu bizzat yaşayan birini aradık. Böyle birini bulduğumu düşündüm ama çekim için anlaştığımız çoban, bazı sağlık sorunları sebebiyle ilk başta kabul ettiği projemizi çekime üç gün kala bırakmak zorunda kaldı.
“Mutluluk en karanlık zamanda bile vardır. Yeter ki ışığı açmayı unutma.” derler. Böyle bir durumdayken, kuraklığa karşı göç ile kökleri arasında zorlu bir seçim aşamasında olan Ahmet Bey karşımıza çıktı. Biz onu, o bizi buldu. “Bu filmi çekeceğiz arkadaşlar.” dedi. Bu süreçte Son Yuva, bir yarışmaya katılmaktan öte, anlatmamız gereken bir hikâye hâline geldi.
İlk başta öğrencilerden oluşan bir ekibim vardı. O ekiple bu film olmayacaktı çünkü o istek, inanmışlık ve ekip ruhu yoktu. Işığı açmayı unutmamak lâzımdı. Yoluma ışık tutan, filmimizin görüntü yönetmenliği ile yardımcı yönetmenliğini üstlenen, kurgu ve renk düzenleme kısmında yer alan, afişimizi tasarlayan, prodüksiyon sponsorumuz İlker Akoğlu; filmimizin görüntü yönetmeni ve Sabancı Vakfı Yarışması’nın önceki yıllarında filmiyle finalist olan Mert İnan; ses ve prodüksiyon kısmında yer alan Anıl Akoğlu ve filmimizin özgün müziklerini besteleyen Ali Aksel Asma ile güzel bir ekip olduk. Projeye dair inanmışlık ve istek vardı. Film ekibime ne kadar teşekkür etsem az.
Yarışma sayesinde her şeyden önce iyi bir ekip kazandım. Filmimizin başarısının iyi bir ekiple ve bu ekipteki eşsiz yetenekli kişilerle geldiğini düşünüyorum. Ahmet Bey’in, ortamda kamera yokmuşçasına, içten ve samimi bir şekilde bize hayatını yansıtması da filmin başarılı olmasındaki etkenlerden biri oldu.
- Filmde iklim göçü gibi güçlü bir temayı işliyorsunuz. Bu temayı işlerken izleyicide nasıl bir etki yaratmayı amaçladınız?
- Hasan Hüseyin Alkan: Tuz Gölü’nde suların çekilmesi, doğanın yok olması, doğal kaynakların tükenmesi ve insanların yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmaları; Ahmet’in, Tuz Gölü’nde başlayan kuraklıkla birlikte yaşadığı sıkıntılar filmimizin merkezinde yer alıyor. Amacımız, bu küresel krizin sadece sayılardan ibaret olmadığını, arkasında gerçek hayatlar, kayıplar ve mücadeleler olduğunu izleyiciye hissettirmekti. “Yuva”dediğimiz yerin sadece fiziksel bir alan olmadığını, kimliğimizin ve aidiyetimizin bir parçası olduğunu vurgulamak istedik.
“KISA FİLMLE DAHA GENİŞ KİTLELERE ULAŞABİLİYORSUNUZ”
- Kısa film formatında güçlü bir hikâye anlatmak zorlayıcı olabilir. Hikâyeyi kurgularken ve sahneleri oluştururken en çok hangi unsurlar üzerine yoğunlaştınız?
- Hasan Hüseyin Alkan: Filmde yalın ama güçlü bir görsel dil tercih ettik. Renk paletimizde soluk, soğuk tonlar ve doğal ışık kullanımıyla atmosferi gerçekçi kılmaya çalıştık. Yakın plan yüz çekimleriyle filmimizin ana karakteri Ahmet’in duygularını izleyiciye doğrudan aktarmayı hedefledik. Anlatımda ise diyalog yerine, yer yer sessizlik, boşluk ve beden dilini öne çıkararak izleyiciyi hikâyenin içine çekmeyi amaçladık. Bu tekniklerin tümü, empatiyi artırarak izleyicinin konuyu derinden hissetmesine yardımcı oldu.
Sabancı Vakfı’nın yarışmada kısa film formatını tercih etmesi de güzel çünkü bu formatla sosyal etkiyi artıran kısa ve çarpıcı bir anlatım yaratarak daha geniş kitlelere hızlıca ulaşabiliyorsunuz.
“KIŞIN KURAKLIĞI VE ETKİSİNİ ANLATMAK, İKLİM GÖÇÜNÜ DAHA ETKİLİ KILDI”
- Çekim sürecinde sizi en çok zorlayan şey neydi? Bu zorlukla nasıl başa çıktınız?
- Hasan Hüseyin Alkan: Hava şartları çok çetindi. Ankara’nın en soğuk günlerinden biriydi. Hava sıcaklığı -5 dereceyi gösteriyordu. Rüzgârın şiddeti ve bir yandan yağan kar, ekipmanlarımıza zarar veriyordu. Çekim yerine gitmeden önce aracımıza kar lastikleri taktırmıştık ama yollar karlı ve kimi yerlerde buz tutmuştu.
Kış mevsiminde kuraklığı ve etkisini anlatmak, iklim göçü temasını izleyici açısından daha etkili kıldı. İzleyici, iklim değişikliğiyle gelen zorlukları ve dünyanın kaçınılmaz gerçeği olan iklim krizini bir kez daha fark etti. Kış mevsiminde film çekmek zor olsa da karakterin yalnızlığını, çektiği zorlukları biz de onunla birlikte yaşadık ve izleyiciye de bunu aktarmayı başardık.
- Filmin kariyerinizde nasıl bir yeri var? Gelecekteki projelerinizde benzer temaları işlemeyi düşünüyor musunuz?
- Hasan Hüseyin Alkan: Film sayesinde her şeyden önce iyi bir ekip kazandım. Film sonrası “Kızıl Goncalar” dizisinin setine ziyarete gitmiştim. Daha önce oyunculara, dizi ve filmlerde reji asistanı olarak tanıtılırdım. Sette, Ömür Atay Hocamız beni oyuncularla ve set ekibiyle “ödüllü yönetmenimiz” diye tanıştırdığında, yönetmenlik kariyerim için çıktığım yolda gösterdiğim çaba ve verdiğim emek için “İyi ki.” dedim. “İyi ki sinema ile, mesleğim olan yönetmenlikle ilgileniyorum.” dedim.
Bu başarı, hem sektörde tanınır olmama katkı sağladı hem de sosyal temaların sinemada ne kadar güçlü bir dil oluşturabileceğini gösterdi. Özellikle filmle kazandığımız sosyal etki ödülü, filmlerimin toplumsal anlamda ne kadar önemli bir dönüşüm yaratabileceğine dair büyük bir motivasyon kaynağı oldu.
Gelecekteki projelerimde bu ödüllerin bana kattığı güveni hem hikâye anlatımı hem de görsel dil açısından daha cesur bir şekilde kullanmayı planlıyorum. Yönetmenlik kariyerimde, insanı anlatan, toplumumuza ışık tutan, farkındalık yaratan özgün hikâyelerle izleyiciyi buluşturmak istiyorum.
Özgünlük çok önemli. Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi: “Yapılmışı yapma, çünkü yapıldı. Söylenmişi söyleme, çünkü söylendi.” Hocamız bu sözünün üzerine şunu ekler: ''İnsanlık kültürüne bir şey katacaksak bu prensibe dikkat ederek katılabilir.'' Bu prensibi dikkate alarak projeler üretmek istiyorum. Sıra dışı, gizemli hikâyeleri ve dünya çapında yankı uyandıran tarihimizi izleyiciyle buluşturmak istiyorum.
Daha önce yönetmen asistanı olarak yer aldığım “Baba” dizisi, aile bağlarına dair derin anlatılar içeren bir projeydi. Yönetmen asistanı olarak yer aldığım “Sevda Mecburi İstikamet”filmi otizm konusunda farkındalık yaratan bir projeydi. Yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendiğim “Son Yuva” filmi ise hem bir farkındalık projesi hem de topluma hayatın gerçeklerini gösteren bir proje oldu. Yönetmenlik kariyerimde uzun vadeli hedeflerim arasında, sinema sanatını kullanarak toplumsal konularda farkındalık yaratmak, izleyicilere ilham vermek ve duygusal bağ kurabilecekleri güçlü hikâyeler sunmak öncelikli yer tutuyor.
SON YUVA’NIN GÖRSEL VE KURGUSAL YOLCULUĞU
- Son Yuva’nın görsel dünyasını oluştururken hangi estetik ve teknik tercihleri benimsediniz?
- İlker Akoğlu: “Son Yuva”, estetik açıdan yalın bir dil belirlediğimiz bir belgesel oldu. Ahmet’in yaşadığı eve ve coğrafyaya müdahale etmek istemedik. İzleyicinin, kendini zorlu hayat ve iklim şartları altında mücadele eden bir insanın yerine koyabileceği doğal ortamı yansıtmak istedik. Açıkçası, teknik tercih olarak, kaba tabirle, kameramızı alıp gittik. Çünkü o atmosferin dışında kalacak yapay kaynaklar kullanmak istemedik.
- İklim göçü temasını görsellikle nasıl güçlendirdiniz? İzleyicide duygusal bir etki uyandırmak için hangi sinematografik teknikleri kullandınız?
- İlker Akoğlu: Ahmet’in yaşadığı köyde iklim göçü sebebiyle nüfusun çok azalması ve yaşam şartlarının değişmesi bize tüm gerçekliğiyle kendini hissettiriyordu. O yüzden sinematografik olarak tüm yaşam alanlarını geniş plan, Ahmet’i ise dar planlarla görmeyi tercih ettik. Ahmet’in bu geniş ve kurak coğrafyada nasıl sıkışıp kaldığını izleyiciye yansıtmak istedik. Filmin sonunda Ahmet’i geniş planda tek başına görmemiz, onun o coğrafyayı terk etme isteğinin zihninde nasıl şekillendiğini ve bu düşüncenin ona nasıl bir rahatlama getirdiğini izleyiciye göstermekti.
- Kurguda hikâyeyi daha etkili anlatmak için sahne geçişleri, ritim ve montaj açısından nelere dikkat ettiniz?
- İlker Akoğlu: Kurgu tekniği olarak, izleyicinin kendini Ahmet ile sohbet eder gibi bir atmosferde hissedebileceği ve onun yaşamının zorluklarını merakla dinleyebileceği bir yalınlık tercih ettim. Kurgunun yavaş ve tekdüze ilerlemesi Ahmet’in hayatının bir yansıması.
“‘ACABA SİZİN ADAM NE YAPIYOR?’ DİYE SORDULAR”
- Renk düzeltme sürecinde filmin atmosferini ve duygusunu nasıl şekillendirdiniz? Bu süreçte karşılaştığınız en büyük zorluk neydi?
- İlker Akoğlu: Filmi soğuk renk tonlarıyla düzenlememin başlıca sebebi, çekimlerin -5 derecede, aşırı rüzgârlı ve karlı bir ortamda yapılmış olmasıydı. İzleyicinin o atmosferi iliklerine kadar yaşamasını istedim. Filmden sonra, soğuk havalarda “Acaba sizin adam ne yapıyor?” diye soran tanıdıklarım oldu. O zaman aslında ne kadar doğru bir renk paleti tercihi yapmış olduğumu anladım.
- Son Yuva’nın kariyerinizde nasıl bir yeri var?
- İlker Akoğlu: “Son Yuva” belgeselinin katıldığı ilk yarışma olan Sabancı Kısa Film Yarışması’ndan Birincilik ve Sosyal Etki ödülleri ile dönmesi hem filmin hem ekibin kariyeri açısından çok olumlu oldu. İzleyicilerin ve yarışmadaki diğer yönetmenlerin belgesel hakkında olumlu söylemleri bizi çok gururlandırdı. Böyle bir projeye, böyle şahane bir ekiple imza atmış olmak ayrı bir gurur kaynağı. Filmimiz şu anda, farklı uluslararası festivallerde kendini göstereceği uzun bir yolculuğa çıkmış durumda. Bu yolculuk sürecinde filmi izleyenlerin; uzaklarda bir yerlerde iklim şartlarına karşı yaşam mücadelesi veren bir insanın hayatının farkına varması beni manevi olarak tatmin ettiği için bu belgesel kariyerimde çok özel bir yere sahip olacak.
HASAN HÜSEYİN ALKAN KİMDİR?
Hasan Hüseyin Alkan, 28 Ağustos 2000'de Ankara'da doğdu. 2014-2018 yılları arasında birçok tiyatro oyunu ve kısa filmde oyuncu olarak yer aldı. 2018'de Çekmeköy Sinema Akademisi'nde oyunculuk ve senaristlik, 2020'de Beyoğlu Online Sinema Akademisi'nde senaristlik ve yönetmenlik eğitimi aldı. 2022'de Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu.
2021'de Türkiye'nin ilk hız aksiyon filmi “Anka”da reji hazırlık asistanı, 2022'de “Yırtıcı”adlı sinema filminde reji timecode asistanı, “Sevda Mecburi İstikamet” filminde ve Haluk Bilginer'in başrolünde olduğu “Baba” dizisinin son altı bölümünde reji hazırlık asistanlığı, 2023'te “Kuruluş Osman” dizisinde günübirlik reji timecode asistanı olarak çalıştı.
İlk orta metraj belgeseli “İkiz Başpehlivanların Öyküsü: Balaban”, 2024’te Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde özel gösterimini yaptı.
İLKER AKOĞLU KİMDİR?
İlker Akoğlu, Ankara Üniversitesi (AÜ) İletişim Fakültesi (İLEF) Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu.
Akoğlu, 2015’te AÜ İLEF Film Atölyesi öğrencilerinden Tuğba Aliyazıcıoğlu, Mert Öner ve Mahir Çilali ile birlikte “Televizyon Haber Programı” kategorisinde bir başarı elde etti.
2022’de prodüksiyon şirketi Prothers Film'i kurdu.