I


Marx 1872’de anayasal iktidar değişiminin ve sosyalizme barışçıl bir geçişin mümkün olduğunu yazmıştı. Neredeyse yüzyıl sonra da - Salvador Allende'nin Şili Başkanı olarak göreve geldiği Kasım 1970'e kadar - hiçbir sosyalist ekonomi, şiddetli güce dayanarak veya anayasaya aykırı olarak devredilmesi dışında var olamamıştı. Sosyalizme yasal geçiş olduğunu iddia edebilecek çabalar ve davalar üç türe aitti. 

İlk olarak, sosyal demokrat ya da “emekçi” hükümetlere barışçıl ya da başka türlü güç devrine ilişkin pek çok örnek vardı. Vardı ama hiçbiri sosyalizmi getirmek için herhangi bir girişimde bulunmadı ve çoğu bunu yapmak bile istemedi. İkincisi, ilk bakışta Şili Halk Birliği'ne oldukça benzeyen, esasen merkezi soldan oluşan daha geniş bir seçim ittifakı içinde sosyalistlerin ve komünistlerin birleşik cepheleri olan 1930'ların halk cepheleri akla geliyor. Bu ittifak, en azından komünistler arasında, sosyalizme giden isyancı olmayan yollar teorisini benimserken bu tür hükümetlerin acil siyasi amaçları savunma amaçlıydı - faşizm dalgasını durdurmak. Üçüncüsü, İkinci Dünya Savaşı'nin sonunda bazı Avrupa ülkelerinde Nazi Almanya'sına karşı verilen mücadeleden ortaya çıkan anti-faşist birlik hükümetleri vardı. Bunlar, halk cephesi stratejisinin mantıklı bir uzantısı olarak düşünülebilir. Batıda direniş sosyalistlerin kafasında sosyalizme kademeli ve barışçıl bir geçiş olsa bile egemen siyasi güçler böyle bir barışçıl geçişe izin vermeye tamamen hazırlıksız ve isteksizdi. Doğu'da “halk demokrasisi” gerçek sosyalizm değil sadece Sovyet modelindeki Ortodoks komünist yönetimin bir örtmecesi haline geldi.

1970’lerde Amerika’da demokrasi savunucusu Kissinger halkının sorumsuzluğu nedeniyle bir ülkenin komünistleşmesini neden izlemesi gerektiğini anlamıyordu. Sorunlar Şilili seçmenlerin kendi kararlarına bırakılmayacak kadar önemliydi. Allende'nin Şili'sindeki durum bu nedenle emsalsizdi. Halk Birliği hükümetinin amacının sosyalizm olduğuna şüphe yoktu. Her ikisi de devrimci Marksist olduklarını iddia eden iki büyük işçi sınıfı partisi UP’ye (Unidad Popular - Popüler Birlik) hakimdi. Öte yandan, UP'nin hedefine Allende'nin vurguladığı gibi yeni bir iktidar yapısının aşamalı inşası ve anayasal olarak ulaşmak anlamına geldiği de aynı derecede açıktı. "Şili Yolu" proletarya diktatörlüğü ile Marksizm klasikleri tarafından öngörülen, ancak şimdiye kadar hiçbir zaman somut olarak uygulanmayan çoğulcu bir yol olarak dünyanın karşısına çıktı. Allende'nin Şili Yolu'na olan bağlılığının siyasi hesaplamalardan daha fazlası vardı. UP dışındaki aşırı sol muhalefetin ve kendi partisi içindeki bazı unsurların aksine, Başkan mevcut durumu geçici bir durum olarak değil, potansiyel olarak uzun vadeli bir dönüşüm ortamı olarak gördü. İçte veya dışta karşı-devrimci şiddet olabilirdi ama bu olmazsa meşruiyet ve çoğulcu siyaset devam edecekti. 

Başka bir deyişle, Şili, sosyalizme giden alternatif bir yolu ciddi olarak deneyen dünyadaki ilk ülke idi. Şili isyancı solunun en ciddi ve çetin kolu olan MIR - Devrimci Sol Hareket - tabandan kitlesel eylemlerle politikasını radikalleştirmeye çalışan UP'ın solunda bir baskı grubuna dönüştü. İyi organize olmuş aygıtını korumasına ve gelecekte bir silahlı çatışmayı öngörmesine rağmen, esasen Allende'nin çabalarını destekledi.


II

Allende seçildikten sonra Şili’ye benzeyen en yakın siyasal ortam, 1945'te İngiltere'de İşçi Partisi'nin zaferinden sonraki haleti ruhiyesiydi. Örgütlü sol arasında nihai bir memnuniyet, örgütlenmemiş yoksullar arasında sessiz ve radikal olmayan beklenti ve zenginler ile sağın sözcüleri arasında korku mevcuttu. Öte yandan, son derece örgütlü ve politik olarak bilinçli bazı fabrikalar, madenler ve taşra yerleşimleri dışında, yaşam hemen hemen eskisi gibi kalmıştı. Bununla birlikte, eski yönetici sınıf artık hüküm sürmediğini biliyor ve yok olma korkularını, parlamenter seçim propagandasının ve siyasi tartışmalarını totaliterlik ve kölelik tahminlerine yansıtıyordu. Sağın en üç noktasındaki retorik, paranoyak doruklara ulaşarak çılgınca suçlamalara ulaşıyordu: terör şimdiden kol kola kol gezmekte ve polis solcu suikastçı grupları destekliyor deniliyordu. Nerdeyse kırk sene evvelki kurulan iki haftalık Sosyalist Cumhuriyet’in hiçbir zaman yürürlükten kaldırılmayan bir kararnamesine göre hükümete mal ve hizmetlerini insanlara tedarik etmekte başarısız olan herhangi bir fabrika veya endüstriyi devralma izni veriliyordu. Kararname, işçilerin ilgili fabrikaları işgal etmesi ve böylece insanlara yiyecek sağlayamayacaklarını garantiye almalarının ardından, gerektiğinde büyük sanayi sektörlerini kamulaştırmak için kullanıldı. 

UP'nin siyasi sıkıntısı yetersiz desteğe ve sadakate sahip olmasıydı. Tek bir sağlam destekçi çekirdeği olan sanayi ve şehir işçileri, özellikle madenciler ve örgütlü birleşik işçi sendikaları ki bunlar gerçekten de hükümet için bir temel sağlayacak kadar büyüktü; ama nüfusun azınlığıydı. Nüfusun diğer üç belirleyici kesiminin desteği ya güvenilmez, şarta bağlı, ya da yoktu. Kırsal kesim - halkın yaklaşık 3'te 1'i - son yıllarda solun özellikle kırsal çalışanlar arasında önemli kazanımlar elde etmesine rağmen, karşı olmaya devam ediyor ve hızlı tarım reformunun siyasi etkisi, sektördeki bölünmeleri derinleştirmekteydi. Çoğunluğu kamuda çalışan beyaz yakalı işçilerden oluşan oldukça geniş orta tabaka diğerleri kadar sosyalist bir hükümeti de kabul ederdi. Muhtemelen aralarında bazı güçlü anti-komünist önyargılar olmasına ve daha yoksul olanlarla bir kimlik duygusuna sahip olmamalarına rağmen, bir özel girişim toplumuna ezici bir bağlılıkları yoktu. 

Öte yandan, sosyalist iktidarın devam edeceğine veya en azından sosyalist olmayan hükümetler kadar sık tekrarlanacağına ikna olmaları gerekiyordu. Henüz buna ikna olmuş değillerdi. Şili'nin ekonomik sorunları yarı sömürge ülkelerin var olan iki özelliğinden kaynaklanmaktaydı: tek bir ihraç ürününe bağımlı olması ve onu - diğer Güney Amerika ülkeleri gibi - temel gıda maddelerinin giderek daha büyük bir ithalatçısı haline getiren tarımın verimsizliği. Şili'nin dış gelirinin yüzde sekseni bakır fiyatına bağlı iken, ithalatının yaklaşık üçte biri gıdadan oluşuyor ve UP altındaki Şilililer eskisinden çok daha iyi beslendikleri için bu miktar da artmaktaydı.

III

UP, programı gereği ekonominin üç parçalı bir yapısını taahhüt ediyordu: baskın bir kamu sektörü, çoğunlukla teknik ilerlemenin ve ekipman ve bilgi alışverişini yoğun yatırımların olduğu alanlarda karma bir kamu-özel sektör esas ve dinamik bir küçük ve orta ölçekli işletmenin özel sektörü olması umulmakta idi. Bakır, nitrat, kömür, demir, bankacılık, çimento, tekstilin büyük bir kısmı ve diğer birçok firma ele geçirilmişti ve kuşkusuz en ünlüsü de ITT’di. 1961-65 yılları arasında CIA başkanı olan McCone’nu da yönetim kuruluna alan bu çokuluslu şirket Kissinger vasıtası ile CIA’ye Şili’de demokrasiyi devirmek için bir milyon dolar verebileceğini teklif etmişti. Sonunda malum askeri darbe 11 Eylül’de gerçekleşti ve saçtığı vahşet tüm dünyayı şaşırttı. Devam eden Soğuk Savaş’ta Allende ideolojik olarak yakın hissettiği Sovyetler Birliği’ne darbeden dokuz ay evvel mali yardım almak için ziyaret etti. Moskova’nın Allende’nin iktidarda kalacağına dair şüpheleri vardı ve kıt imkanlarını Şili’ye yatırmayı reddetti. İstikamet Santiago yerine Havana’ya devamdı. Hâlbuki yardım uçurumun kenarında mütemadiyen itilen Şili’yi sosyalizme kazandırabilirdi. Demokratik metotları benimsemeyen Moskova adeta sosyalizmin boğulmasına seyirci kaldı. 

Kalbinde kılıç yarası bulunan Allende anayasal kurumlara ve barışçıl çözümlere daha da sıkı bağlandı. Kırk sene evvelki İspanyol Cumhuriyeti gibi koruyuculara silah dağıtmadı çünkü en nefret ettiği şey iç harpti. Amerika’nın arka bahçesinde sosyalizme yer yoktu ve olamazdı, Başkan Nixon ve Kissinger'ın Latin Amerika’da ikinci bir Küba vakasına hiç tahammülleri yoktu. Nixon ekonominin adeta pestilinin çıkmasına emir verirken demokrasi havarisi Kissinger Şili halkının hata yapmasına izin verilemeyeceğini vurgulamaktaydı. Faşist cunta her zaman demokrasi ile seçilmiş sosyalizm vaat eden sosyal demokrata tercih edilirdi. Çünkü cunta Amerikan şirketlerinin çıkarlarına hiçbir zaman karşı çıkmazdı. 

Allende ve Şili sosyalizminin katledişinin üzerinden yarım asır geçti. Bu serüveni nasıl hatırlıyoruz? Nazım’ın Kuvayı Milliye’si ile mukayese edersek Şili mücadeleyi kazanamadı, kaybetti: Yıllarca sonra Allende’ye baktığımızda üzüntü çekmemek için, ya insanlarda yürek dediğin taştan olacak, yahut da dehşetli namuslu olacak yüreğin, Allende'ninki taştan değildi çok şükür, fakat namuslu. Albert Camus da Nazım gibi Allende’yi görmedi, yaşamadı ama İspanyol iç harbi için yazdığı Şili cinayeti için de geçerlidir: Orada, kişinin haklı olabileceğini ama yine de yenilebileceğini, gücün ruhu yenebileceğini ve cesaretin ödüllendirilmediği zamanların olduğunu öğrendik. Dolayısıyla, her sosyal demokratın kalbi, ne zaman Allende ve Şili Yolu’nu düşünse, burkulur. Bugünlerde büyük demokrat Kissinger yüz yaşında ve çırpınıyor bu dünyada kalmak için, zira öbür taraf bir hayli sıcak - ve Allende de yukarısında - olacak…