Cicero; “Ubi nihil erit quod scribas id ipsum scribito!.” Yazacak hiçbir şeyin olmasa bile, olmadığını yaz! derde nasıl yazmam…Cicero bir, Kadıköy Maarif Koleji edebiyat hocam Nedime Ersan iki, katiyen laflarını ikiletmediğim yol fenerlerim. Nedime Hanım Öz Türkçenin faziletlerini anlattı. Dönemin öz Türkçecisi Ali Püsküllüoğlu yanımda Osmanlı kaldı…Bir metafor atardı önümüze çalakalem giderdik. Yanlış anlamayın Edebiyat değil Fen öğrencisiyim ve spor yatılı hayatımın ana motifi.
Cicero; “Ubi nihil erit quod scribas id ipsum scribito!.” Yazacak hiçbir şeyin olmasa bile, olmadığını yaz! derde nasıl yazmam…Cicero bir, Kadıköy Maarif Koleji edebiyat hocam Nedime Ersan iki, katiyen laflarını ikiletmediğim yol fenerlerim. Nedime Hanım Öz Türkçenin faziletlerini anlattı. Dönemin öz Türkçecisi Ali Püsküllüoğlu yanımda Osmanlı kaldı…Bir metafor atardı önümüze çalakalem giderdik. Yanlış anlamayın Edebiyat değil Fen öğrencisiyim ve spor yatılı hayatımın ana motifi. Şuraya 1967 ECHO Yıllığına 17 yaşındayken yazdığım ‘DÜŞÜNCELER’ başlığı altında ki tüm delikanlı görüşümü yansıtan yazımı alıntılayayım, abartılı öztürkçeliğine takılmadan okuyun bakın geçen yarım asırda ne kadar güncel kalabilmişim; …DÜŞÜNCELER ;“İnsan üzerine bir nen(şey)ler söylemek, deneme çiziktirmenin güç bir iş olduğu söylene gelir. Bana kalırsa onlardan biri olmak yeter de artar bile. Yılların getireceği değişik düşünce esintileri arasında, 20 yaşın başlangıcında ki _insanı_ görüş açımı saptamış olmak yararı getirecek bana bu ak kağıt parçasına geçirdiklerim. Kişi her gün yaşamının bir başka parçasını geride bırakarak yaşadığı acun(dünya) üzerinde ve onun yaratıkları hakkında kendince, bilinçli ya da bilinçsiz, birtakım yorumlar yapıyor, yargılara varıyor, usunda en iyi varsaydığı yepyeni düzenler kuruyor. Böylece her insanın kendi acunu kendi içinde oluşmuş, düşlerine yerleşmiş oluyor. Ama bu geçici yaratılmış en iyi, en güzel düşünceler ve kuramların birlikte yaşadığımız gerçek acunun gidişini düzeltmede en ufak bir yararı olmuyor. Bunu nedeni ise, ayrıcasız, her ademoğlunun iç yapısına işlemiş olan benlik tutkusunda aramak gerekir. İşte altı çizilecek savım; Kişi yalnız kendini sever. Camus ne denli ‘utanılacak şey’ derse desin, bu kendi başına mutlu olmak yöntemini yeğlemiştir. Onu böylesine bir seçime iten doğanın ta kendisi olduktan sonra insanı suçlanmak anlamsız olur. Öyle ya, uzayda yer kaplıyor varlıklardan biri yok olmadan diğeri var olamaz. Bu çok kanıtlanmış doğa kuralının insan konu olunca da geçerliliğini koruduğu gerçeğini çoğunluk iyimserler görmemezlikten gelirler. Bunun böyle olduğunu görenler de yok değildir. Örneğin; ‘İnsanlar hayvanlar gibidirler. Büyükler küçükleri yerler, küçükler büyükleri sokarlar.’ Diyerek, insanı bütün hatları ile, kısaca gözler önüne seren bir Voltaire’de çıkmıştır. Yükselebilmek için ayaklar altına alınacak bir takım destekler olmalı. Gürültülü kalabalıklar arasında yapayalnız insanın desteği ise bir başka insan olacaktır. Ama diğerinin omuzları çökecekmiş, hiç sanmam ki ayakları üzerinde durmaya çabalayan yukarıdakinin dönüp de çökmekte olan omuzlara bakacak zamanı olsun. İki eylem kalmıştır yapacak. Ya eğilerek el atma çabasına girişecek ve en azından birlikte düşecekler, ya da son kez tüm ağırlığıyla sıkıca yaylanacaktır. Birinciyi gerçekleyecek insana rastladığını söyleyecek olanı, gerçeklere gözlerini yumarak bakmak alışkanlığını edinmiş ‘toz pembe görücü’ adı verilir ancak. Böyle birisi çıksa bile yaşama hakkını anında yitirecektir kuşkusuz. Çünkü acun ayakları üzerine yerleşemeyenleri ulayı (sürekli) alaşağı etmede. Ezilmemek için ezmekte, yok olmamak için yok etmede olan insanı eserip bezererek gözlere hoş gösterme çabası boş ve anlamsız oluyor. Gözlerini açarak, insanlığın kırıcı, hırçın, acımasız yüzünü, gerçek yüzünü düzeye çıkarmalı. Yalnız bu böyle kolay değil, çünkü alt yanı hepimiz insanız…Şimdi konuş bakalım Cicero efendi… Ben on yedisinde neysem yetmişimde de oyum senden ne haber?