İlk iki bölümde Veliaht Vahdettin ve Mustafa Kemal Paşa’nın bir heyetle birlikte 15 Aralık 1917 – 4 Ocak 1918 tarihleri arasında gerçekleşen Almanya seyahatinde 21 Aralık tarihine dek gelmiştik. Heyet şimdi Essen’deki Krupp fabrikasındadır. Fabrikanın, dünyanın önce gelen bir sanayi devi oluşunun hikâyesinde kalmıştık, devam edelim!

Önce ilk iki yazının bağlantısı…

sonsoz.com.tr/makale/18438612/necati-yalcin/mustafa-kemal-pasanin-veliaht-vahdettin- ile-almanya-seyahati-i

sonsoz.com.tr/makale/18508314/necati-yalcin/mustafa-kemal-pasanin-veliaht-vahdettin-ile-almanya-seyahati-ii

Oğul Friedrich ve Damat Gustav


Babadan devraldığı küçük ve borçlu işletmeyi yücelten Mucit Krupp, sonunda oğluna 20.000 işçi çalıştıran ve zamanının en büyük çelik döküm fabrikasını bırakacaktı. Oğlu, Friedrich Alfred Krupp zamanında işler durmadı, büyüdü. Krupp fabrikalarında harp gemileri inşası ve zırhlı levha imalatı başlandı.

Sonra… Alfred’in oğlu olmadığından damat Gustav von Bohlen und Halbach (1870-1950), işi devraldı. Krupp, dev tesisleriyle dev ürünler üretmeye devam ediyordu. Birinci Dünya Savaşı patladığında Krupp firmasındaki işçi sayısı yüz bini bulmuştu. Derken Almanya savaşı kaybetti. Versay Antlaşması imzalandı. Anlaşma hükümlerine göre fabrikada silah üretimi bir süre duracaktı…

Bizim heyet Essen’de


Şimdi tekrar 22 Aralık 1917’ye dönelim. Alanında dünyanın en büyük fabrikasında sıra dışı üretimlerin sürdüğü günler. Krupp’un başındaki isim Damat Gustav, bizim heyeti belediye başkanıyla birlikte garda karşılayan ve Essen’de ağırlayan kişiydi.

Mustafa Kemal Paşa Almanya’daki gezide özellikle Gelibolu’daki başarıları nedeniyle Anafartalar Kahramanı olarak hayranlıkla karşılanmış ve saygıyla takip ediliyordu. Bu kara muharebelerinde elde edilmiş göz alıcı bir zaferdi. Albay Mustafa Kemal (o sıradaki rütbesi), Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’nı savunan 5. Ordu’nun komutanı olan Alman Otto Viktor Karl Liman von Sanders’ten tüm cephenin komutanlığı istemiş ve almıştı. Elde edilen bu parlak zafer, Birinci Dünya Savaşı sırasında tüm müttefikler için önemli bir moral kaynağı olmuştu. Kara savaşlarının hemen öncesinde bir destan da deniz de yazılmıştı.

Essen-Çanakkale köprüsünde teknoloji ve cesaretin kol kola girip yazdığı destan


Ruhr Öğretmenler Derneği ile Zoom üzerinden bir köprü kurduk, yıllardır Almanya ve Türkiye’den dostların candan katılımıyla bu köprünün şeritlerini çoğaltıyoruz. Önceki bölümde yazdığım gibi, Benim Güzel Dostlarım Başkan Celal Öğretmen ile Milazım Öğretmen, Ferhan ve Yağmur Öğretmenlerim, hepsi Essen’deler, yani kurulan tam bir Essen- Ankara köprüsü!

Bu yazıda, yine Essen’den kurulan bir başka köprüden daha söz edelim! Bu kez köprünün diğer ayağı Çanakkale...

Sıkı durun! Bu köprü sizi bir destanın yazılmasına götürecek!

Bunun için yazının ana konusu olan Mustafa Kemal Paşa’nın Veliaht Vahdettin ile Almanya Seyahati’nin biraz öncesine gitmemiz gerekiyor…

19 Şubat 1915, 1. Dünya Savaşı günleri


İngiliz ve Fransızlar, ‘hasta’ diye adlandırdıkları Osmanlı’nın başkentine 17 çaylarını yudumlayarak geçecekleri düşüncesindeydiler. Görkemli savaş gemilerini ürkütücü bir düzende yan yana getirdiler. Yüz yıl kadar önce Osmanlı-Rus Savaşında (1897) tam da 19 Şubat tarihinde boğazdan ellerini kollarını sallayarak geçmişler, Adalar’a demirleyerek İstanbul’u tehdit altında tutmuşlardı. Bu günü unutmadıklarından ve şanslı saydıklarından olsa gerek tarihte aynı güne denk gelen 19 Şubat’ta yine geldiler. Önceki gelişi Türkler de unutmamıştı – işte tarihi unutmamanın önemine güzel bir örnek. ‘Başka coğrafyaların tarihini elbette bilmek gerek ama önce kendi tarihini bileceksin’ şeklinde bir ders vermeden geçmeyelim!

Bu kez boğaz mayınlarla döşenmiş (üstelik çok zekice, tarih kitaplarından detaylı okunmalı, kahramanları unutulmamalı) ve ciddi bir topçu desteği sağlanmıştı (işte tam da bu yazının konusu).

19 Şubatta başlayan gözdağı bombardımanlarında da karşı tarafın bir tarih hatırlatması vardı, değinmeden geçmeyelim. İlk bombayı gönderen gemi Agamemnon’du. Bu isim Homeros’un İlyada’sında Truva’ya saldıran ve sonunda tarihin en ünlü hilelerinden biriyle (Truva Atı) o güzelim Truva’yı ele geçirip, yakıp, yıkan kişinin adıydı. Yazmadan olmayacak, 31 Ekim 1918'de imzalana Mondros Mütarekesi için de yine Agamemnon zırhlısı seçilecekti…

Adalar’a kadar kolayca geçebilecekleri düşünen dev donanmayı sıra dışı döşenmiş mayınların yanında, başka sıra dışı olarak adlandırılacaklar bekliyordu. Fransa-Prusya Savaşı’nı, Fransızların bronz toplarının iki kat fazla mesafesine sahip topları yapan fabrikanın toplar ve ne kadar ateş altına alınırsa alınsın bu devasa toplara koca mermilerini sürüp, ateşleyen ve destan yazacak askerler…

Alfred Krupp, Fransızlara toplarının gücünü savaşta göstermişti tamam ama İngilizler düzenledikleri sergiye damga vuran adamın Çanakkale Boğazı’nda karşılarına çıkacağını elbette bilemezlerdi.

Çanakkale Deniz Zaferi’ne dair kısa notlara bir-iki ayrıntıyla devam


Tarihimize altın harflerle yazılan, bu satırlara mümkün değil sığmayacak Çanakkale Deniz Zaferi’ne dair kısa bir bilgi daha paylaşalım…

İtilaf Devletleri’nin o güçlü İngiliz-Fransız birleşimi donanmasından, Irresistable, Ocean, Bouvet zırhlıları batacak, Inflexible, Goulois, Souffren ile sanırım uğur sayılıp ilk bombayı atan Agamemnon, ağır yara alarak savaştan çekileceklerdi. Türkler 79 şehit ve yaralı, Almanların 18 ölü ve yaralı verdiği bu deniz savaşında karşı taraf ayrıca 44 topunu ve 800 denizcisini kaybedecek, havalı geldikleri Çanakkale Boğazı’ndan darmadağın olmuş bir biçimde geri döneceklerdi.

İçinde efsane olan Seyit Onbaşı ile tüm kahraman askerlerimiz, güçlü donanmanın bir sağdan bir soldan top ateşini bir türlü kesmiyorlardı. Onlar ateş ettikçe donanmanın bombardımanı artarak sürüyordu. Derken bir top atışı daha geliyordu.

‘İnsan neden kendi tarihiyle övünmek yerine yermeye kalkar?’ yanıtında zorlandığım bir sorudur. Bu ayrı bir konu, geçiyorum ama özellikle tarihimizdeki kahraman ve kahramanlıkları çekemeyenler için karşı tarafın komutanının anılarında yazdığı cümleyi paylaşayım:

Böylesi güçlü bir donanma nasıl olur da bataryaları susturamazdı, akıl alacak bir durum değildi. Sağdan mı bir top atıldı, sağa yükleniliyordu. Nafile! Yüzlerce, binlerce bomba atılıyor, sustu diye düşünülen tabyadan yine bir top mermisi gelebiliyordu! Olacak iş değildi.

Türk tarafının toplarının susturulması için o kadar yoğun bombardıman yapılır ki, bu bombardımanın emrini artık öfkeyle veren donanmanın komutanı anılarına, durumu efsaneleştirecek bir cümle yazar:

Toprak Türk doğuruyordu!

İşte kahraman Türk topçusunun tek atışla büyük hasar verebilmesini sağlayan devasa topların yapıldığı yer Essen’deki Krupp fabrikasıydı. Teknoloji ve cesaret kol kola girmiş bir destan yazıyordu…

Toplar bugün yerlerinde


Derslerimle bir ilgisi olmamasına rağmen derste ‘Çanakkale’ye gittiniz mi?’ soruma ‘Hayır’ yanıtı alınca, üzülmüş ve ‘Nasıl gitmezsiniz?’ diye bir de gençlere kızmıştım! Gençler! Altta kalırlar mı, birlikte gidelim dediler! O yıldan sonra benim gayri resmi müfredatıma Ankara gezilerinin yanına ek olarak Gelibolu da girdi ve yıllarca hafta sonu tuttuğumuz otobüslerle gittik…

Öğrencilerimle yaptığımız o gezilerde bu dev toplara mutlaka uğrardık. Gezenler bilecektir, yüksektirler, üzerlerine hop diyerek çıkmazsınız. Bir de hepsinin namluları çatlaktır…

O zaman boğazı geçemeyenler, anlaşma sonucu ellerini kollarını sallayarak tabyalara çıkmışlar, hınçlarını o müthiş toplardan, namlularında bomba patlatarak almak istemişlerdir. Sanırım bu toprakların tekrar Türklerin eline geçeceğini iyi biliyorlardı, tonlarca ağırlık, kaldırıp atması da kolay değildi, ‘bu toplar bir daha kullanmasın’ diye düşünmüşlerdi…

Tekrar Essen’deyiz


İşte o müthiş topların yapıldığı, müthiş Krupp tesisleri bugün olduğu gibi yurtdışından da ziyaretçiler için önemli bir uğrak noktasıydı. Birkaç yıl önce de başka bir Türk heyeti tarafından ziyaret edilmişti. Ziyaret edenler Almanya’nın daveti üzerine gelen Türk parlamento heyetiydi. Heyette bulanan Hüseyin Cahit (Yalçın) anılarını yazdığı kitabında bu ziyaretten söz edecekti. Heyet, Çanakkale’de kullanılacak ve büyük yararlılıklar gösterecek topların dökümünü yerinde görmüş ve büyük memnuniyetle ülkeye dönmüştü.

Vahdettin ve Mustafa Kemal Paşa’nın heyetinin ziyaretinde de, üretim devam ediyordu ve fabrikadaki atmosfer çok farklı değildi. Ziyaret sırasında heyetin dikkatini başka bir durum daha çekecekti, ağır sanayi üretimi olmasına rağmen çalışan kadın işçi sayısı oldukça fazlaydı…

Vahdettin, daha sonra Berlin’deki bir basın toplantısında, Berlin-Bossiche Zeitung yazarı Prof. Ludwig Stein ile yaptığı mülakat sırasında Türk kadınları ilgili bir soruyla karşılaşınca Krupp fabrikası gezisine değinmeden geçmeyecekti.

- Krupp Fabrikaları’nda kadınlarınızın en zor işlerde çalıştıklarını gördüm. Bizde de kadınlar, yavaş yavaş kamu hizmetlerinde çalışmaya başlamışlardır. Ne yazık ki bizdeki ilerleme yavaş gidiyor. Biz İslam ilkelerine sıkıca bağlı bir milletiz. Kadın-erkek ayrımı vardır. Gene de kadınlarımıza eşit haklar verme çabası içindeyiz.

Tarih, Vahdettin’in gazeteciye bu yanıtı verdiğinde kadınlara ‘eşit haklar verme’ işini yanındaki kişinin yaptığını yazacaktı. Gerçekten de Türk kadını dünyadaki pek çok ülkeden önce seçme ve seçilme hakkını elde edecektir (1934). Bu konuda Finlandiya’nın (1906) ilk sırayı aldığını, Almanya’nın da çok gecikmeden bu hakkı verdiğinin (1918) altını çizelim. Yarınlarda kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olacak Atatürk’ün, bugünlerde yaşadıklarından etkilenmediğini söylemek, aldığı kararlarda Almanya seyahatinin etkisinin olmadığını söylemek mümkün müdür?

Villa Hügel


Heyet, fabrika gezisinin ardından, yapımı Topun Kralı olarak ünlenen ve Kurpp’u dünyanın önde gelen sanayi devi haline getiren Alfred Krupp zamanında yapılmış aile malikanesi Villa Hügel’de yemeğe alındı.

Yapı, II. Dünya Savaşı’nın sonuna dek ailenin evi olmuş sonra Ruhr Kültür Vakfı, sanat galerisi, Krupp ailesi ve şirketinin arşivi ve konser salonuna ev sahipliği yaptı. Adındaki ‘hügel’in tepe anlamına geldiğini ve yapının bir tepe üzerinde yer almasından bu isimle adlandırıldığını, adının bir dönem de aileden dolayı Villa Krupp olduğunu belirtelim.

Villa’nın yapım hikayesi de ilgi çekicidir. Krupp, aldığı araziyi yetersiz bulup ek arazi satın alarak biraz daha büyütür. Büyük bir villa düşündüğünü ve bunun için bir mimar aradığını ilanla duyurmuştu. Sonuçta mimarlar grubu çalışmaya başlar. Temeli 1870’te atılan görkemli yapının inşaatında 800 kadar da işçi çalışmaktadır. Krupp aklına gelen fikirleri gerçekleştirmek için inşaat sürecine karışmaktan geri durmaz. O zamanlar pek görülmeyen çift cam, su ısıtma sistemi ve erken dönem klimaları da evin özellikleri arasındadır. Bir altmış odalı bir ek bina yapılır ve Küçük Ev olarak adlandırılır. Yeri gelmişken, bir kaderin cilvesi örneğine de değinelim. Bu Küçük ev, 2. Dünya Savaşı’nda Krupp’un hapishanesi olacaktı…

Villa Hügel’den ayrılmayalım, bir kez daha 22 Aralık 1917’ye dönelim…

Villa’nın konukları bu kez Türk Heyeti’ydi. Görkemli Krupp tesislerinin ardından yenilen yemekte de görkemden taviz verilmeyecekti. Ev sahibi Gustav von Bohlen und Halbach İmparator’un çok önemsediği bu heyeti yemekte ağırlamak için yüz kişilik bir sofra hazırlatır. Günün yorgunluğunun atıldığı yemek geç saatlere kadar sürer…

Heyet, Almanya ziyaretinin son durağı olacak Berlin’e ancak gece yarısına doğru hareket edebilecekti.

Berlin, 23 Aralık


Essen’den gece yarısı hareket eden tren saat 11’de Berlin Garı’na ulaştı. Heyeti, Friedrich Strasse istasyonunda Alman dışişleri yetkilileriyle Türkiye büyükelçiliği yetkilileri ve Askeri Ateşe Albay Cemil Bey karşıladı. Bundan sonraki on gün, Kayzer Wilhelm’in konuğu olarak Berlin’in en büyük oteli olan Hotel Adlon’da kalınacaktı. Noel ve yılbaşı yaklaşıyordu, Berlin her zamankinden renkli ve canlıydı. Heyet, bundan sonraki günlerini ağırlıklı olarak, ülkesinde görmeye pek alışık olmadığı bu renkli alışveriş ortamında geçirecekti.

Berlin’deki ilk gün, Tiegarten’deki Kraliçe’ye nezaket ziyareti yapıldı ve Opera Royal’de imparator locasında kraliçeyle birlikte operet seyredildi.

Baştanbaşa çam ağaçlarıyla süslenmiş otele, heyetin gelişi şerefine Türk bayrağı çekilmesi de ihmal edilmemişti.

Berlin, 24 Aralık


Berlin Büyükelçisi İsmail Hakkı Paşa konuklar için bir yemek verdi. Berlin’deki yüksek rütbeli subaylarla dışişleri yetkililerinin de davetli olduğu yemek geç saatlere kadar sürdü, dostluklar pekiştirildi.

Bu arada basın toplantıları da yapılıyor, Vahdettin gazetecilere demeçler veriyordu.

Bugünlerde Mustafa Kemal, heyette bulunan ve Harbiye’den hocası olan Albay Naci (Eldeniz) ile geleceğe dair konuşmalar yapıyordu. Albay Naci bir gün otelde, Vahdettin’in kendisini yaveri olarak almak istediğini söyledi. Mustafa Kemal,

- Eğer Vahdettin size bu teklifi etmişse derhal kabul etmekliğiniz lazımdır. Bu adam, yarının padişahıdır. Siz temiz bir insansınız. Onun yanında kendisine hakikatleri pervasızca söyleyecek birinin bulunması gerekir. Gerçi saray hizmetinde bulunmak güçtür ama memleket için her şey yapılır.

Devam edecek…