Afganistan’a imparatorluklar mezarlığı da denir, bu dağlık ve son derecede zor coğrafyada yaşayan savaşçı insanlardan oluşan halkı merkezi bir idare tarafından egemenlik altına almanın kolay olmadığı insanlık tarihinde defalarca gözlemlenmiştir.

Afganistan’a imparatorluklar mezarlığı da denir, bu dağlık ve son derecede zor coğrafyada yaşayan savaşçı insanlardan oluşan halkı merkezi bir idare tarafından egemenlik altına almanın kolay olmadığı insanlık tarihinde defalarca gözlemlenmiştir.

Sovyet işgalinin ardından dış güçlerce desteklenen ve yeterince silahla donatılan ‘mücahit gruplar’ egemenlik kavgasına başlamışlardı. Bu esnada insan kaçırmalar, cinayetler, hırsızlık, tecavüz ve sokak çatışmaları, Afgan sivillerin günlük hayatının parçası haline gelmişti.

Hem mücahit grupların ve hem de aşiretlerin silahlı mücadelesi sebebiyle 1992-1996 arasında iyice artan kargaşa ortamında Taliban, istikrarı yeniden sağlayacağı sözüyle gittikçe daha geniş bir kesim tarafından desteklenmişti.

Taliban, medreselerdeki Suudi-Vahabi öğretisiyle şekillenen İslami şeriat kuralları ve daha fazla toprak sahibi olmayı önceleyen İslamiyet öncesi Peştu hukukunun iç içe geçtiği bir düzeni benimsemektedir.

Taliban’ın egemen olduğu bölgelerde uygulanan şeriat kuralları çerçevesinde kızların ve kadınların eğitim hakkının olmadığı, vücutlarının hiçbir yeri görünmeyecek şekilde burka giymek zorunda oldukları biliniyor. Dahası şeriat kuralları uyarınca müsaade edilmeyen bir erkekle konuştuğu anlaşılan kadınlar taşlama, kırbaç gibi işkence cezalarına çarptırılıyor. Taliban bölgelerinde sakalı yeterince uzun olmayan erkekler bile hapse atılıyor, hırsızların elleri kesiliyor. Müzik dinlemek, televizyon izlemek yasak, bilgisayar ekranları da televizyon sayılarak kırılıyor. Farklı fikirdeki insanlar ve farklı dini azınlıklara yönelik cezalar da baş keserek öldürmeye kadar varan sertlikte hükümler içeriyor. Taliban tarafından Sünni Müslümanlara ait olmayan bütün ibadet yerleri de yerle bir edildi, dünya mirasında olan dev Buda heykellerinin nasıl havaya uçurulduğunu tüm dünya hatırlamaktadır.

Netice olarak Amerika’nın başı çektiği NATO’nun da çekilmeye karar vermesi ile Afganistan tümüyle Talaiban’a terk edilmiş durumdadır.

Ekonomisi zaten bitik durumda olan Afganistan’da kaç kişinin bu kan ve şiddet dolu şartlar altında çırpınan bir yoksulluk bataklığında yaşamak isteyeceğini varın siz tahmin edin.

ABD merkezli Asya Vakfı isimli kuruluşun Birleşmiş Milletler’in de desteğiyle 2019’da yaptığı araştırmaya göre Taliban’a duyulan sempati yüzde 13,4’e kadar inmiş bulunmaktadır.

Taliban’ın gelirlerini büyük oranda sağlayan, afyon üretiminden sağladığı biliniyor ve Afganistan’da, dünya afyon üretiminin yüzde 90’dan fazlasının yapıldığı tahmin ediliyor. Birleşmiş Milletler’in 2018 raporunda, Taliban’ın bir yılda bu illegal uyuşturucu trafiğinden 400 milyon dolar kazandığı tahmini yer alıyor.

Taliban’ın emrinde Bu uyuşturucu tarlalarının ve ticaret yollarının güvenliğinden sorumlu çoğu okuma yazma bile bilmeyen, eğitimsiz on binlerce silahlı genç militanı bulunuyor.

Talibanın emrindeki bu silahlı güçlerin ülkede estirdiği terör rüzgarı, derin yoksulluk ve yoksunluk bir çok insanı ülkeden kaçmaya yönlendirmektedir.

Bu noktada Türkiye’ye yönlenen düzensiz göç hareketine katılan insanların Taliban’ın zulmünden kaçması en büyük olasılıktır. Ülkede alan kontrolünü sağlamak ve egemenliğini tesis etmek derdinde olan Taliban’ın Türkiye’ye ya da bölge ülkelerine kitlesel bir militan sevki çok düşük bir olasılık olarak görülmelidir.

Türkiye’ye yönelen bu göç dalgasının en büyük sebebinin ekonomik olduğu görülmektedir. Taliban terörü ve oluşan şiddet ortamı Afganistan’da zaten kısıtlı olan ekonomik faaliyetleri son derecede azaltmış bulunmaktadır. Çaresiz insanlar, ekmek parası peşinde daha zengin ülkelere gitmeye, orada bir ekmek kapısı bulmaya çalışmaktadır.

Afganistan’dan bölgeye yayılan bu düzensiz göçü engellemenin tek yolu Afganistan’a hükmeden Taliban ve benzeri arkaik feodal yapıları yok etmekten ve Afganistan’ı yaşanabilir bir ülke haline getirmekten geçmektedir.

Peki bir ülke kendi “yaşanabilir bir ülke” haline gelmek istemiyorsa, başkaları ya da dış güçler o ülke için ne yapabilir?

Elbette bu soruya bir yanıt vermek çok zor, ben açıkçası kısa bir süre içinde Afganistan ve benzeri ülkelerin yaşanabilir bir ülke haline gelebileceğini pek düşünmüyorum.

Bu durumda böyle bir düzenden kendini ve ailesini kurtarmak isteyen insanlardan oluşan bu düzensiz göçü durdurmak ya da düzenli bir hale dönüştürebilmek için ne yapılabilir ya da ne yapılmalıdır sorusuna yanıt aramak gerekir.

İlk yapılması gereken, aynı zamanda rejim ihraç etme derdinde de olan Taliban tipindeki oluşumların düzensiz göçü bu yönde kullanmasını; terörist ve misyoner ihraç etmesini engelleyecek tedbirleri almak olmalıdır.