SEYFETTİN ASLAN…ANKARALILAR VE ANKARAYI TANITMA VAKFI BAŞKANI.
Türkistan’da faaliyetlerini sürdüren Ahmed Yesevî’nin yolu zamanla Yesevîlik adını aldı. “Horasan Okulu” olarak da adlandırılan tasavvuf akımının en önemli temsilcisi olan Hace Ahmed Yesevî’den adını alan Yesevîlik yolu, Türklere İslâm’ı ve dervişliğin yollarını öğretmeyi amaçlamıştır. Bunun için İslâm inancını, Türk gelenek, inanç ve yaşam tarzı ile sentezleme yolu seçilmiştir.
Sadece bulunduğu çağa ve coğrafyaya değil, çağlar ötesine ve sınırların dışına hitap eden Piri Türkistan Hace Ahmet Yesevi Ata yetiştirdiği ve kaynaklarda 96 bin olarak yazılan talebesini özellikle Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlere göndermiş, onun ölümünden sonra da öğretisini devam ettiren talebeleri Horasan Erenleri adını alarak Türk Milletinin içinde ayrı bir yere sahip olmuşlardır.
Yesevi dervişleri, Anadolu’nun Türkleşmesi yıllarında özellikle 12.-14. yüzyıllarda gerektiği zaman savaşmışlar “Alperen”, gerektiği zaman ticarete ahlak ve disiplin getirerek “Ahi” adını almışlar. Kadınların aydınlanması yolunda uğraşmışlar “Bacıyan” olmuşlar. Boş arazileri canlandırmak ve yeşertmek işini üstlenmişler, yolların güvenliğini sağlamışlar. Gönüllere inanç, zihinlere bilgi ışığı saçmışlar.
Hace Ahmet Yesevi talebelerini halkın içine salarak geleneksel Türk kültürünün yaşaması için gayret göstermiştir. (İslam ile tanışmaları esnasında Türkler kendilerine dayatılan Arap kültürü ile adeta bunaltılmıştır.) Özellikle kendisinin yazdığı ve daha sonra Divan-ı Hikmet adıyla kitaplaştırılacak olan şiirlerini halk meclislerinde okutturmuştur. Hace Ahmet Yesevi’nin Hikmetleri yoğun bir kültür emperyalizmi yaşayan Türkler arasında düşünce, dil ve inanç birliği konusunda adeta birleştirici bir etki oluşturmuştur.
XV. yüzyılda Bayrâmiyye tarikatını kuran mutasavvıf Hacı Bayrâm-ı Veli, Ankara’da dünyaya gelmiştir. Uzun süre ilim tahsil ettikten sonra müderrislik yapmaya başlayan Bayramiyye şeyhi, Somuncu Baba’ya intisap etmiştir. Ankara’da vefat eden Hacı Bayrâm-ı Velî, vefatından sonra kendi adına yapılan caminin yanına defnedilmiştir. Anadolu tasavvuf tarihinde önemli yere sahip olan şeyhin defnedildiği bölge, önemli bir dini merkez haline gelmiştir.

Hacı Bayrâm-ı Velî’nin halkın içinden biri olması ve müritlerinin vergiden muaf tutulması tarikatın daha fazla yayılmasına imkân sağlamıştır. Bu durum vakıf eserlerinin nitelik ve nicelik açısından gelişmesine yol açmıştır. …Hacı Bayrâm-ı Velî dervişlerine dilenme ve sadakayı yasaklamıştır. Şeyh efendi, müritlerinin kendiişlerinde çalışmalarını, üreterek yaşamalarını tavsiye etmiştir. Onun takipçisi dervişler bu öğüdü uygulamak suretiyle tarlalarını birlikte sürmüşler ürünlerini birlikte hasat etmişlerdir.
XV. yüzyılın ilk yıllarında Osmanlı topraklarında baş gösteren ve Hacı Bayram Velî’nin karşılaştığı en önemli sıkıntıların başında; Timur istilası, Şeyh Bedreddin olayı, Orta Asya’dan gelen ve göçebe hayata alışmış olan Türk boylarının yerleşik hayata adapte olamayışları ve bu göçebelerin kanun, nizam ve disiplin altına alınmasının zor olması ve nihayet bütün bunlardan etkilenen halkın huzursuzluk duyması gibi çeşitli meseleler gelmekteydi.(1)
Bayramiyye ekolü ile kurucusu Hacı Bayram Velî, büyük halk kitlelerini dinî, ahlakî, siyasî, sosyal, kültürel ve ilmî bakımdan etkilemişlerdir. Bu etki yetiştirdikleri halifeler, kurdukları tekkeler ve bıraktıkları eserler ile devam etmiştir.
Hacı Bayram Velî, etrafında toplanan her kesimden insanlara çalışıp bir meslek sahibi olmalarının gereğini ve kendi el emekleriyle geçimlerini sağlamanın önemini, tasavvufî öğretisinin bir ilkesi halinde getirmiştir. şeyhi Ebu Hamid Aksarayî (Somuncu Baba)’nin yanından ayrılırken “Sultanım! Ne iş üzerinde olalım?” sorusuna karşılık, “Ekin ek, burçak ek”(2) Cevabı, Ankara’ya gelince çiftçilik ve ziraat ile uğraşmasına sebep olmuştur.
Manevî şahsiyeti ile büyük kitleleri etkileyen Hacı Bayram Velî, hiçbir zaman dervişlik kisvesi altında birey ve toplumu atalete sürükleyen işsiz ve meşgalesiz müridler istememiş, böyle niyeti ve davranışı olanları da yanında barındırmamıştır…(3)
Mahsulün ortaklaşa olarak kaldırılması anlamında kullanılan “imece” geleneğini, Orta Anadolu çiftçileri arasında yaygınlaştıran Hacı Bayram Velî. Bunun yanında tekkesinde sürekli olarak kaynayan burçak çorbasından başta ihtiyaç sahipleri olmak üzere herkesin içebilmesi, Hacı Bayram Velî’nin büyük halk kitleleri tarafından sosyal hayata değer veren örnek bir şahsiyet olarak algılanmasına sebep olmuştur.
Hacı Bayram Velî’nin yaşadığı dönemde Yıldırım Bayezid ile Timur arasında meydana gelen Ankara Savaşı’nın bıraktığı siyasî etki, Osmanlı Devleti’nde kendisini belirgin bir şekilde hissettirmiştir. Anadolu’nun siyasî olaylarla çalkandığı bir sırada Müslüman Türk toplumunu önemli bir şekilde etkileyen ve her geçen gün daha fazla ilgi görerek mürid sayısı artan Hacı Bayram Velî ve Bayramiyye ekolü, devletin dikkatini çekmiş, ilk elden daha fazla bilgi almak için Sultan II. Murad tarafından Hacı Bayram Velî Edirne’ye çağrılmıştır. Hacı Bayram Velî, gençlik yıllarında ilim tahsili görmüş, Ankara’da medresede müderrislik görevinde bulunmuş ve daha sonra da manevî eğitimini tamamlamış bir sufîdir. Bu durum, hem kendisinin hem de kurduğu Bayramiyye ekolünün halka güven telkin etmesine ve etkili bir şekilde Anadolu’da yayılmasına sebep olmuştur.
Zâviyelerin, Anadolu'da üstlendikleri misyonu dikkâte aldığımızda. Hacı Bayram Camii'nin, ilk inşasında zaviye mescidi olarak bina edildiğini söylemek fazla şaşırtıcı olmasa gerekir. Zâviyeler, sofilere mesken, mücahidlere barınak, sâlih kimselere konak olmuştur.Zâviyelerde; yoksullar, kimsesizler, rind dervişler doyurulmakta, islâmı yeni kabul eden kölelere ücret karşılığında iş verilmektedir.(4) böylece sosyal bünyede tesanüd sağlanarak, hiç kimse aç ve açık bırakılmamaktadır.
Hacı Bayram zâviyesinde: «Ayende revende» ye zaviyenin mutfağında ikrâm edilen çorbanın mercimeği, Hacı Bayram'ın da bizzat ekip biçilmesine katıldığı Solfasol yamaçlarındaki tarlalardan temin edilmekte idi. Hacı Bayram'ın sağlığında başlatılan, çalışıp kazanma ve başkalarına da ikram etme geleneğinin uzun yıllar devam ettiğini, I numaralı; Ankara Şer'iye sicili defterinde yer alan «Ankara'nın 991 H/1583 yılı hasat günü Recep ayının gürresinde başlamakla Hacı Bayram evladından Halil Baba'ya ait burçak 8 Ramazan'da biçildi ifadesinden anlamaktayız.(5)
Zaviyenin et, süt ve diğer hayvansal besin maddelerinin sağlandığı koyun sürülerinin Hasanoğlan tepelerinde otlatıldığını ve bu koyunların «adet-i ağnam resmi»nden muaf olduğunu öğreniyoruz (6).
1210 H./1795 M-1224 H./1809 M - 1243 H./1827 M. tarihini taşıyan fermanlardan ise, zâviyede pişirilen yemeklerin pirinç ihtiyacının Beypazarı çeltik tarlalarından sağlandığı anlaşılmaktadır. Temlikler suretiyle elde edilen bu geniş kazançlarla Hacı Bayram zâviyesinde üç öğün sıcak çorba kaynatılmış, hiç kimse aç ve açık bırakılmamıştır.
İlk kez 16. yüzyılda kaleme alınmış eserlerde karşımıza çıkan imece kelimesinin sözlük anlamı yardımdır. Daha çok ''imece usulü'' şeklinde kullanılmaktadır. Özellikle kırsal bölgelerde, birçok kişinin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin tarlasını sürmek, ekinini biçmek, harmanını kaldırmak vb. bir işinin yapılması ve yardımlaşma ile köydeki bütün ailelerin ya da ailelerin çoğunun karşılıklı yardımlaşması yoluyla yapılması.
Bu anlamlı ve güzel gelenek, Kazan’ a bağlı üç köyde 1965 li yıllara kadar yaşanıyor ve yaşatılıyor.
Kazana bağlı Üç köy, Girindos(fethiye), Bitik ve Kışla köyü bir araya geliyor, Ova çayını bendle kapatıyor,(Fars. Bend; Suyun önüne tutmak ve biriktirmek için yapılan set),Ova çayının suyunun bir kısmını üç köyün arazisine sevk etmek için 6 km yakın “ark” açılıyor ve 300 ha‘ın üzerinde bir arazi suya kavuşturuluyor. Bu arkın geçtiği alanda iğde ağaçları başta olmak üzere ahlât, armut gibi ağaçlarda dikilerek “ark” güçlendiriliyor ve bu suyla bağ, bahçe, sebze başta olmak üzere sulu tarım yapılıyor, hatta Kışla köyünde bir dönem “çeltik” tarımı bile yapılıyor.
Bu “ark”ın köye girişine çok yakın bir noktada kod farkından da yararlanarak bir “su değirmeni” kuruluyor böylece etraf köylere’de hizmet verilmiş oluyor.1950’li yıllara kadar “Ermeni” vatandaşlarca işletiliyor. Daha sonra “imece”de ve su getirilmesi konusunda(her yıl arkı ayıklamak, temizlemek gerekiyor) sıkıntılar yaşanıyor ve değirmen demir tekerlekli traktör’den alınan kuvvetle, un öğütmeye bir süre daha devam ediyor.(1965 de ben yedi yaşındayken değirmen tamamen durmuştu ve biz o traktörün üzerinde oynuyor… Suya ivme kazandıran büyük demir boruların içinde kayıyorduk.)
Üç köyde “İğde boyu” diye adlandırılan bu bölge onların en önemli geçim kaynağı oluyor. Kış’a girerken herkes en az 1-2 çuval iğde topluyor, toplayamadıkları kışa kalıyor ve “börtü- böcek” yararlansın diye doğaya bırakılıyor. Bütün hayvanlar, kuşlar bu alandan bu iğdelerden yararlanıyorlar aynı şekilde “ahlât” bu “iğde boyu” boyunca çok miktarda var tabi. Sonradan öğreniyoruz ki iğde aynı zamanda “ballı bitki” ve bu köylerde arılar bu iğde çiçeklerinden çok bal yapıyorlar. Kışla köyünün girişinde bağlar başlıyor, köyün hemen alt ucunda
5-6 dönümlük bahçeler, her türlü meyvenin olduğu bahçeler var. Özellikle Ankara armudu, elma, dut, kayısı ve ayva başta olmak üzere bahçelerin etrafı güllük, yabani güller, böğürtlen ve kuşburnu ile çevrili cennet misali, ova çayından “iğde boyu”nca gelen su köy çeşmeleri’nide besliyor. Köy çeşmeleri’nden birinin adı “Tatlı Pınar” çok tatlı suya sahip.köyün öbür yanında “Acı Pınar”var,suyu biraz tuzlu,büyük üç dört tane oluğu var ve hayvanlar buradan su içiyor. Bahçelerde bol miktarda ceviz var ve kışlık olarak çok ciddi manada “ceviz çırpılıyor”,. Elmalar, armutlar, kayısılar kurutuluyor hoşaflık olarak kullanılıyor. Aynı şekilde dutlar kurutulup, dut kuruları elde ediliyor. Ayvalar’dan reçeller yapılıyor. Güzün(son bahar)başlangıcında özellikle bulgur kaynatılırken, ayvaların tam sarardığı zaman bulgur kazanlarına ayva atılıp,(haşlanıp), pişirilerek çocuklar tarafından severek yeniliyor. Bahçelerde bolca “Üvez” oluyor, Bunlar ekim ayında toplanıp serin kuru odalara asılıyor olgunlaşıp kahverengileşenler tüketiliyor.“Kumgeçit” denilen bölgede sebze ekiliyor domates, biber, salatalık başta olmak üzere bamya, turp, soğan, sarımsak, patates üretiliyor. Ve en önemlisi köyün hemen altında iki büyük çayır alanı var. Çayırlar bu suyla bol miktarda sulanarak, kışın koyunlara yedirilmek üzere, Çayır otu yetiştiriliyor, kurutuluyor ve samanlıklara dolduruluyor.
Köyün doğu tarafı Ova çayı yatağı kenarında “BÜK” (1.ovada, göl ya da akarsu kıyılarında, oldukça geniş yer kaplayan, içine girilmesi zor, çok sık durumdaki diken, saz ve çalı topluluğu.2.böğürtlen çalısı, böğürtlenlik.) dediğimiz bölge, herkesin 5-10 dönümlük alanı var. Ancak söğüt, kavak ve böğürtlen’le kaplanmış tam bir orman, kışlık odun ihtiyacı buradan karşılanıyor. “Söğüt”te ballı bitki,şimdi anlıyoruz ki,bizim köydeki söğüt ve özellikle iğdeler ve köyün altındaki geniş çayırlık alan balın kaynağı..!
“İmece” özellikle Bitik ve Kışla köyü‘nü cennet misali yemyeşil alanlar haline getiriyor. Köylere bereket yağdırıyor. 1965’ li yıllara kadar devam ettirilen “imece” geleneği, her türlü gelişmeye makineleşmeye rağmen “imece” ruhunun kaybedilmesi nedeniyle bu yıllardan sonra maalesef uygulanamıyor. Ova çayından Ankara’daki inşaatlar için kum almaya başlanması’da, ova çayında kod farkı yarattığı için, “bend” yapılmasını zorlaştırıyor ve tamamen köyler susuz kalıyor. Bu durumun ilk belirtisi kışla köyünde şekilleniyor köydeki içme suları hızla azalıyor ve içme sularındaki tuz oranı yükseliyor. Çeşmelerden sulanan ağaçlar ve bitkiler kurumaya başlıyor ve cennet misali yemyeşil olan köy kısa süre içerisinde kurak susuz bozkır köy haline geliyor. Bu yem yeşil köyde her türlü kuşlar, kırlangıçlar, Ebabiller, serçeler, sığırcıklar, ibibikler, güvercinler başta olmak üzere bütün hayvanlar var. İnsanlar kışın avlanmak için “iğde boyuna” gidiyorlar, çünkü hayvanlar orada iğde başta olmak üzere beslenebilecekleri maddelere ulaşabiliyorlar. Özellikle kışın tavşan avı için gidenler, “iğde boyu” istikametinde gidiyor, yazın bıldırcın, üveyik hatta keklik oluyor bu bölgede.
Toplanan patlıcanlardan dolmalık yapılıyor (Halep dolması), hem sivri biberler hem dolmalık biberler kurutuluyor, domates salçası yapılıyor. Keza sebzelerden turşular kuruluyor.
Kavunun tadı bozulmasın diye pek sulanmıyor, sulu araziye kavun ekilmiyor ancak bu bölgede çok güzel Ankara kavunu(Yuva Kavunu) oluyor, kalın kabuklu olduğu için, serin kuru ortamlarda, özellikle samanlıklarda tavana asılarak veya samana gömülerek, kışın ortasına kadar muhafaza edilip tüketilebiliyor. Bağlardan toplanan üzümlerden pekmez kaynatılıyor, kış hazırlıkları yapılıyor
Köyün sulanamayan bölgesi bu “iğde boyunun” üst tarafları ikiye bölünüyor. Bir tarafı nadasa bırakılıyor ve o bölgede koyun sürüleri otlatılıyor. Diğer tarafta buğday, arpa, fiğ, nohut, mercimek başta olmak üzere kuru tarım yapılıyor.
Ayrıca Ova çayı boyunca yukarı köylerde de, daha aşağıdaki köylerde de benzer uygulamalar yapılmış ve o aynı bentler tutularak çevredeki arazilerin sulanması imece yoluyla gerçekleştirmeye çalışılmıştır.
Hacı bayramı Veli’nin imece geleneğinin yaşatıldığı o yıllarda bu köylerde bereket bolluk vardı,20-30 hanelik köylerde herkesin 10-200 arasında koyunu,5-40 arasında sığırı, 1-5 arası mandası,20-30 tavuğu,20-30 hindisi(gülü),15-20 ördeği vardı.
Kış’a girerken arılıktaki arıların sepetleri açılır, her evde en az 10-20 sepet arıdan 100kg petekli bal alınırdı. Üçer beşer küp peynir basarlardı, küpler dolusu turşu yapılırdı, küpler dolusu pekmez kaynatılır, herkesin en az iki çuval cevizi, iki çuval iğde’si olurdu. Herkesin, meyve kuruları, sebze kuruları olurdu. Bulguru, tarhanası, sütü, yoğurdu, yumurtası boldu. Ne bereketli ve mutlu günlermiş o günler, özlemle hatırlayıp arıyor olmalılar.
”İMECE” geleneğini unutup, yaşatmayanlar, aslında çocuklarına ve özelliklede torunlarına karşı sorumlu olduklarını unutmamalılar.
(1).Cebecioğlu, Hacı Bayram Velî, s.51-245 Azamat, “Hacı Bayrâm-ı Velî,” s.444.
(2). Azamat, “Hacı Bayrâm-ı Velî,” s.444.
(3). Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyî, s.171.
(4) Rebiyülâhır 991-Evahir-î Muharrem 992 (14 Mayıs 1583-12 Şubat 1584), Ankara 1958. s.19,vesika no150,örnek 133) )
(5).( ONGAN, Halit; Ankara’nın I numaralı Şer'iye Sîcîli. Ankara 1958. s.19,vesika no150,örnek 133)
(6).BAYRAMOĞLU. Fuat: Hacı Bayram-ı Veli Yaşamı - Soyu - Vakfı (Belgeler), C. II. Ankara 1983. s. 21 -36-37. Belge No: 17-25.